Şah Sultan Ya da Şahe Dılan Kimdir?
ŞaH

ŞAH SULTAN YA DA ŞAHE DILAN KİMDİR?
Hemen kapı komşumuzmuş. Babam ondan iki yaş büyük olduğunu söylüyor. Onun zekasını, bilgeliğini ve efendiliğini amcalarım ve halalarım da anlatırlardı. Velhasıl onun fırtınalara karşı duran, eğilmez ve kırılmaz bir çınar ağacı olduğunu anladım.
Çünkü cahilliğin kurbanı olmuş. Annesi ve babasından çok yüksek derecede şeker olduğu için dışlamışlar. Şöyleki bunların hastalığına, cehaletten “dert” demişler. Annesi ve babasının parmak uçları ve ayakları kendiliğinde kanarmış. Bu yüzden ikisinin de uzuvları deforme olmuş. Cehalet işte, köyde kimse bunların evlerine gitmez olmuş. Hatta Şah Sultan okula gittiğinde, köyün muhtarı gidip onu okuldan kovmuş. Eve gittiğinde yüz üstü yere kapaklanmış ve iki gün yerinde kalkmamış. Sonrasında aynı muhtarın ailesi, buna bir senet imzalatıp tarlasına el koymuş…
Tamamı akraba olan üç köyden kimse bunlarla evlenmemiş. Kız kardeşini gelip zorla kaçırmışlar. İşte bu olay dert olmuş içine. Dışlanmışlık, hasta bir baba ve anne…
Çaresizlik!
Bu satırları ağlayarak yazıyorum. Çiftlik, Ambar ve Nergele adına senden özür diliyorum, ŞAHE mın. Onunla empati kurdukça da çıldırıyorum, öfkeleniyorum cehalete.
Sığınacağı tek bir alan kalmış: saz çalıp kılam söylemek!
Ben daha iki üç yaşımdayken Maraş’a göçmek zorunda kalmış. Kalan tarlasını, bağını, bahçesini de amcam ve babama satmış.
Pazarcık ve Elbistan’ın köylerini dolaşıp Kürtçe şarkılarını icra etmiş… Ben ilk Kürtçe şarkıları ondan dinlemiştim. Hatta köydeki tatlıcı dükkanında, onun kaseti çalındığı için dükkan sahibi olan köylümüz, ölümüne karakol komutanı tarafında dayak yemişti. Şöyle diyebilirim: Ben Kürtlüğümü Şah Sultan’dan öğrendim.
Öyleki onu ilk gördüğümde çok küçüktüm. Rüya gibi hatırlıyorum; sırtında bağlaması vardı. Çiftlik Köyü’nden geliyordu. Yanımızda ise lafçı bir halamın kocası vardı. Ona, “Havada ararken yerde bulduğunu,” söylemişti. Hakikatçı Aleviliğe ve Kürt kültür ve diline bağlı olduğu için işkencelerden geçmiş. Hapis cezası verildikten sonra ülkeyi terk etmek zorunda kalmış.
Büyüdükten sonra, onu ilk Fransa’da gördüm. Geç vakitlere kadar sohbet etmiştik. Birkaç kez ailesini anlatmak istedi. Bilinçaltıma yerleştirilmiş saçma sapan şeylerden ötürü lafı ağzına tıkmıştım. Çünkü yöre müziğinin rengine bağlı kalarak yüzlerce beste yapmış ve şiirler yazmış büyük bir ozandı. Özür dilerim şahım seni dinlemediğim için.
Cehaletten nefret ediyordu. Kendi imkanlarıyla okuma yazmayı öğrenmişti.
Bununla da kalmamış, birçok üniversite mezunundan daha bilinçliydi. İlgi alanı çok genişti. Özellikle de uzaya meraklıydı. Facebook sayfasında da bunları zaman zaman paylaşırdı. Dervişane bir yaşamı vardı.
Evet dışlanmıştı, hor görülmüştü. Hatta yerini yurdunu bırakıp kaçmak zorunda kalmıştı. Aldığı cezadan dolayı kırk yıl sürgünde yaşamıştı. Hakikatçı Alevilik coğrafyasında ona hak ettiği değeri vermemişlerdi.
Tüm bunlara rağmen, o bir ülke aşığıydı. Özelde ise Nergele, Çiftlik ve Ambar hayranıydı. Kimseye küskün ya da kinli değildi.
O sadece cehaletten nefret ederdi.
Şah Sultan dilimize, kültürümüze çok şey kattı. Dün onu kaybettik.
Dilimiz yara aldı. İnancımız yetim kaldı. Doğa ise en büyük aşığını kaybetti.
Güle güle Şah Sultan, güle güle ŞAHE dılan!
Oxır be şahe mın!
Mehmet Söğüt

