Horasan Nerede…

Cahil olmak, insanı her türden hurafeye açık hale getirir. Toplumumuz da malumunuz, bin yıldan fazla dağda taşta yaşamak zorunda kaldı… O yüzden birçok konuda geriler. Umarım ezberinizi bozduğum için kızmıyorsunuzdur. Kimsenin hakkını yemek istemem. İyi tarafları da var; bir karıncayı bile incitmemeleri, dürüst olmaları vs.
Dil, din ayrımı yapmamaları da takdire şayandır.
Bildiğiniz gibi yaşam tarzlarında bir ilericilik de vardır. Anladığınız gibi Alevi Kürtlerden söz ediyorum. Kürt meselesinin alevlenmesiyle, halk arasında bir söylenti dolaşmaya başladı: ‘’Horasan’dan gelmişiz. Onun için Türkmen’iz.’’
Horasan’ın nerede olduğunu sorsan, büyük çoğunluğu bilmezdi bile. Kürtçe biz Türkmen’iz demeleri yeterince komikti zaten. Yalnız bu kişilere verebileceğimiz sağlam kanıtlar da yoktu. Hayatımda Türkmen olabileceğimiz ihtimalini hep düşük gördüm. Çünkü oturmamız, kalkmamız, dilimiz ve kültürümüz diğer Kürtlerle aynıydı. Yine de insanın kafasında acaba sorusu bir mıh gibi çakılıveriyordu.
Tekniğin gelişmesi sınırları daralttı. Adeta dünya küçücük bilgisayarlara sığdırılmıştı. İstediğin her yerle ilişkiye geçebiliyordun. Çünkü her tarafın sosyal medya hesapları, internet siteleri vardı. Kolaydı artık onlarla ilişkiye geçmek.
Horasan’a merak sarmıştım. İlk Şoreş Reşi’nin bir yazısını okumuştum. Horasan’a gidip izlenimlerini yazmıştı. Bizim aşiretlerin hepsi Horasan’da da vardı. Facebook’ta sayfalarını gördüğümde dünyalar benim olmuştu. Hemen yönetimiyle ilişkiye geçtim. Yaklaşık iki buçuk milyon Kürt’ün orada yaşadığını öğrendim. Türkmenleri sorduğumda, ‘’Herhalde birkaç bin Türkmen vardır,’’ dediler. Maraşlıyım dediğimde ise, ‘’Orada olduğunuzu biliyoruz,’’ biçiminde cevap vermiştiler.
Peki, Türkmen olsaydım ne yapardım? Buna cevabım, ‘’hiç’’ tir. Çünkü Türkmenlik, bir varmış bir yokmuş gibi gelecekti bana.
Sonrasında Mehmet Bayrak Horasan üzerine bir kitap yazdı. Öğrendik ki bizi oraya kalkan olarak götürmüşler. Çünkü Horasan’a Türkmenler saldırıyormuş ve bölgeyi korumak için Dersim’den bizi götürmüşler. Velhasıl uzun bir hikâyedir.
Bizimkilerin paradoksu bununla bitmiyor. Annemle sevdiğim Sünni Kürt bir arkadaş birlikte çalışıyordu. Bizim ki sabahtan akşama kadar anneme Kürtlük propagandası yapıyormuş. Oruç zamanında annem şaşırmış bir halde, ‘’Oğlum Ziya Türk’müş. Hâlbuki bana sabahtan akşama kadar Kürtlükten söz ediyordu,’’ dedi. Şaşırma sırası bana gelmişti. ‘’Anne Ziya Kürt’tür. Nereden çıkardın bunu’’? Cevabı ilginçti, ‘’Ama oruç tutuyor!’’
Evet, anneme göre oruç tutan, namaz kılan herkes Türk’tü. Bu durumu biliyordum. Yalnız onca mücadeleden sonra, annemin öyle düşüneceğini düşünememiştim.
Selim Temo, Horasan kitabıyla ilgili söyleşisinde şunları söylüyordu: ‘’Öncelikle “Alevi” sözcüğünün Kürt Batınîleri tarif ettiğini ileri sürüyorum. Yani Alevi derken aslında Kürtleri kastediyoruz. Sözünü ettiğim anlatı ise Kürtlerin Alevi olamayacağını söyleyip durdu. Oysa Batınî Kürtlere Alevi deniyordu, Batınî Türklere ise Kızılbaş ve Bektaşi. Horasan’dan Alevi Türkmen olarak gelme anlatısını tarihle yüzleştiriyorum. Halen Horasan’da yaşayan Özbek ve Türkmenlerin neredeyse tamamı Sünnidir. O zaman Horasan’dan gelen Türkmen Alevi söylemi çöküyor!’’
Selim Temo başarılı ve zeki bir insandır. Gözlemi doğru; Alevi demek aynı zaman da Kürt demektir. Kızılbaş kelimesi, bu birkaç yıldır Alevi Kürtlerin arasında dolaşmaya başladı. Halbuki dedelerimiz inançlarına reyahaq derlerdi.
Hala Horasan’dan geldik Türkmen’iz diyen olursa, Horasan nerede diye sorun lütfen.
Mehmet Söğüt
