Kalbimin Baş Şehri Diyarbakır-1

Otelde yer ayırttığımda heyecanım doruk noktasındaydı. Hem otelin adı da ilginçti: Hasuni Taş Otel. Otel adını Silvan’daki üç yüz odalı mağaradan almaktaydı. İsa’dan önce binden, 13. yüzyıla dek içinde yaşamı barındırmış. Su depoları, taş yolları, minik tiyatro amfisiyle tam bir görsel şölen sunmaktaydı. Tarihin ilk Hıristiyanları da orada kalmışlar. Doğaldırki tarihin ilk taş kiliselerinden birini de orada inşa etmişler.
Başınızı ağrıtmak istemediğim için, Hasuni mağaralarını kısa kesmek istiyorum. Gecikmeli otele varmıştık. Resepsiyonda çalışan arkadaş, iki kişininin gelip bizi sorduklarını söyledi. Üzüldüm arkadaşları beklettiğim için. Neyse, nasıl olsa görüşecektik. Valizlerimizi otele yerleştirip kendimizi dışarı attık. İlk dikkatimi çeken sakallı adamlar ve kara çarşaflı kadınların çokluğu oluyor. Bu turistik bölgede bunların ne işi vardı? Bu durum, turistlere kötü bir imaj verebilirdi. Tabii normal insanlar çoğunluktaydı. Ama orası Amed’di; yeniliğin ve insanlığın merkezi…
Surları ve tarihi mekanları gördükçe heyecanlanıyordum. Geceydi ve yorgunduk. Yine de gördüğüm her yeri beynime kazıyorum. Aklıma birkaç yıl öncesi yaşanan olaylar geliyor. Gözlerim doluyor. O yıkılan yerleri de birkaç gün sonrası görecektim.
Diyarbakır’da ciğer yememek olmazdı. Karnımızı doyurduktan sonra, Dağkapı yönünde sokak müziğine denk geldik. Bir grup genç çalıp söylüyordu. Bazı dinleyiciler de, gece on ikide halay çekiyorlardı. Hemen yanımızda İtalyan bir çift vardı. Onlarla sohbet etmeye başladık. Kars’a gideceklerdi. Onun için onlara Kars’ı anlatıyorum, “Eskide Kars’ta Alman köyleri vardı. Ekonomik sebeplerden ötürü, önemli ölçüde köylerini terk ettiler,” diyorum. Şaşırıyorlar. Rus asıllı Malakanları anlattığımda daha bir dikkatle dinliyorlar beni. Anti militarist olan bu topluluk cumhuriyetten sonra, büyük çoğunlu topraklarını terk ediyor.
Ben bunları anlatırken, Gazeteci Bedri Adanır’ın gülümseyen yüzünü görüyorum. Hasretle birbirimize sarılıyoruz.
Müziğin olduğu yerde olabileceğimizi tahmin etmiş. E Kürt’üz müzik ve halay bizim için bir tür ibadet etme biçimi. Dinletiyi yarıda bırakıp, otelimizin çay evine gidiyoruz. Bedri ile geçmişi yad ediyoruz. Biz bir gruptuk; Gazeteci Bedri Adanır, Gazeteci Zeynep Kuriş, Şair Müslüm Aslan ve daha birçok kişi…
Gazeteci Zeynep Kuriş’i soruyorum. Bedri, Zeynep hakkında bildiklerini anlatıyor. Zeynep Kuriş, Pozantı Cezaevi’nde yaşananları deşifre etmişti. Bundan ötürü de hapse atılmıştı. Cezaevinden sonra da adeta kayıplara karışmıştı.
Şair Müslüm Aslan ise Almanya’daydı. Otele gelip bizi soran diğer kişi de Gökhan Biçer’di.
Gökhan yazım hayatına son vermesinin acı verici olduğunu söyledim. Nereden bilecektim tekrardan başladığını.
Dayanamayıp sarıklı adamları ve kara çarşaflı kadınları soruyorum. Bu çevreye bilinçli şekilde yerleştirildiklerini öğreniyorum.
Ah Diyarbakır! Ah şair ve yazarların şehri Amed! Bunca acıya rağmen insanlığını yitirmeyen Şiiristanım…
(Yazının devamı yakında yayınlanacaktır.)
Mehmet Söğüt
