Yeni Doğan Çetesi:Toplumsal Çürümenin Derin Göstergesi

Özel hastanelerin ilk örnekleri genellikle misyonerler tarafından açılan küçük sağlık kuruluşlarıydı. 1980’li yıllara gelindiğinde, Özal hükümetinin serbest piyasa ekonomisine geçişle birlikte sağlık ve eğitim sektöründe özelleşme teşvik edilmeye başlandı. 1990’lı yıllarda özel hastane sayısı hızla arttı. 2000’li yıllarda ise AKP hükümetinin sağlıkta dönüşüm programı çerçevesinde özel sağlık sektöründe büyük bir büyüme yaşandı. Aynı dönemde özel okullar da teşviklerle hızla çoğaldı. 2010’lu yıllarda, hem özel hastaneler hem de özel okullar, devlet teşvikleri ve artan talep ile önemli ölçüde genişledi. Özellikle büyük şehirlerde özel sağlık ve eğitim hizmetleri yaygınlaştı ve geniş bir kitleye hitap eder hale geldi.
Onlarca yıldır eğitim ve sağlıkta devlet yatırım yapmayarak adeta tolumu özel sektörün müşterisi yaptı. Kendimden bir örnek vereyim üç yıl önce dizim için devlet hastanesinden randevu istedim on beş gün içinde randevu bulunamadı, randevu bulsam bile MR(emar dediğimiz detaylı röntgen film cihazı) için en iyi ihtimalle bir hafta bekleyecektim. Saat 10.00 da randevusuz özel hastaneye gittim, MR çektiler ve iki saat içinde öğle arasından önce sonuçlar çıktı, reçetemi alıp eczaneye gittim. Velhasıl devlet hastanesinde 3-4 hafta sürmesi muhtemel bir tanıyı 2 saate binlerce tl ile özel hastane çözüyor. Bilinçli olarak özel hastaneye yönlendiriyoruz ve bu sektörler cemaatler ve iktidardakilerin tekelinde.
Hastane patronunu sağlık bakanı, özel okul patronunu milli eğitim bakanı, otel zinciri sahibini turizm bakanı, damadı da ekonomi bakanı yaparsanız olacağı buydu.
Eğitim ve sağlık gibi toplumun temel ihtiyaçlarını karşılayan hizmetlerin özelleştirilmesi, birçok ülkede tartışmalı bir konu olmuştur.
Avrupa’daki gelişmiş ülkelerde hem özel okullar hem de özel hastaneler bulunmaktadır, ancak bu kurumlar kamu hizmetlerinin tamamlayıcısı konumundadır. Çoğu Avrupa ülkesinde, sağlık ve eğitim hizmetleri öncelikli olarak devlet tarafından sunulur ve bu hizmetler yüksek kaliteye sahiptir. Özellikle sağlık hizmetleri, çoğu ülkede devlet tarafından finanse edilir ve vatandaşlar genellikle ücretsiz ya da düşük maliyetle bu hizmetlerden yararlanır. Özel hastaneler ve özel okullar ise alternatif olarak vardır, ancak devlet okulları ve hastaneleri genel olarak tercih edilir çünkü sundukları hizmetler genellikle yeterlidir ve eşit erişim sağlanır.
Türkiye’de son dönemde ortaya çıkan “Yenidoğan çetesi” skandalı, sağlık sektöründeki özelleştirmenin nasıl kötüye kullanılabileceğini acı bir şekilde gözler önüne seriyor. İstanbul’daki özel hastanelerde yenidoğan yoğun bakım ünitelerinin bir ticaret kapısı olarak görülmesi, bebeklerin hayatlarının hiçe sayıldığı bir suç örgütünün varlığıyla somutlaştı. Bu olay, yalnızca sağlık hizmetlerindeki sorunların değil, aynı zamanda toplumsal çürümenin de derin bir göstergesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Özelleştirmenin temelinde, rekabetin kaliteyi artıracağı ve hizmetin daha erişilebilir olacağı gibi teorik argümanlar yatar. Ancak “Yenidoğan çetesi” örneğinde görüldüğü gibi, bu süreç sağlığı bir ticarete dönüştürdüğünde, hastalar müşteri olarak görülmeye başlar ve insan hayatı ticari kazanç için tehlikeye atılabilir. Özel hastanelerin SGK’dan kazanç sağlamak amacıyla bebeklerin sağlık durumlarını kötü gösterip uzun süre yoğun bakımda tutması, bu çarpık anlayışın en net göstergesidir.
Sağlık sektörünün özelleştirilmesi, insanların sağlığı üzerinden kazanç elde etmeyi teşvik ettiğinde, insani değerler geri plana atılır. Hastaların sağlığı değil, sistemin kârı önem kazanır. Yenidoğan bebeklerin, ihtiyaç duymadıkları halde yoğun bakıma alınıp kazanç sağlanması, özelleştirilmiş sağlık hizmetlerinin kötü yönetildiğinde ne kadar vahim sonuçlar doğurabileceğini gösteriyor.
Sağlık ve eğitim gibi kritik sektörlerin kötü yönetilmesi, toplumun tüm yapısını etkiler. İyi yönetilmeyen bir sağlık sistemi, halkın en kırılgan kesimlerini, bu durumda ise bebekleri bile koruyamaz hale gelir. Yenidoğan çetesi olayı, kötü yönetim ve denetimsizliğin, insan hayatı üzerindeki yıkıcı etkisini ortaya koyuyor. Eğer sağlık hizmetleri yalnızca kâr amacı güden bir sistemin eline bırakılırsa, bireyler birer insan değil, “müşteri” olur. Bu da toplumun en temel ahlaki değerlerinden olan insan hayatına saygıyı zedeler.
Kötü yönetimin topluma etkisi sadece bireylerin sağlığını değil, aynı zamanda topluma olan güveni de sarsar. Yenidoğan çetesi olayı, toplumda derin bir güvensizlik yarattı. İnsanlar, kendilerini emanet ettikleri hastanelerin, çıkar grupları tarafından yönetilen ticarethaneler olduğu gerçeğiyle yüzleşti. Bu da kamusal hizmetlerin özelleştirilmesi konusunda toplumda derin yaralar açar ve devletin vatandaşlarına sunduğu hizmetler konusunda ciddi bir sorgulamaya neden olur.
Yenidoğan çetesi gibi olaylar, bireysel ahlaksızlıkların ötesinde, bir toplumun değerler sisteminin bozulduğunu ve toplumsal çürümenin hızlandığını gösterir. Özellikle sağlık ve eğitim gibi alanlarda yaşanan yozlaşma, toplumun temelini sarsan ve geleceği tehlikeye atan bir durumdur. Bu olayda, doktorlardan hastane çalışanlarına, hatta 112 Acil Servis personeline kadar geniş bir yelpazede insanların bu çete ile iş birliği yapması, bir bürokratla savcıyı tehdit etme cüretinde bulunması ,ahlaki değerlerin sistematik olarak çöküşünü gözler önüne seriyor.
Toplumsal çürüme, yalnızca bireylerin ahlaki zaaflarıyla açıklanamaz. Kötü yönetim, denetimsizlik ve fırsatçılığın teşvik edilmesi, bu çürümenin temel sebepleridir. Teşvik diyorum çünkü cezasızlık en büyük teşviktir. Özelleştirmenin ve kâr odaklı sistemlerin toplumda hakim olduğu her alanda, insanlar vicdanlarını ve ahlaki değerlerini geri plana itme eğilimi gösterebilirler. Bu eğilim, sadece sağlık sektöründe değil, eğitimde, adalette ve diğer kamusal hizmetlerde de yıkıcı sonuçlar doğurabilir.
Sağlıkta olduğu gibi eğitimde de devlet okulları ve yurtları hem kapasite hemde kalite olarak yetersizdir. Devlet yurdunda yer bulamayanlar, özel yurt müşterisi devlet okullarında eğitim ve materyaller yetersiz olduğu için ögrenciler dersane müşterisi oluyor.
Yenidogan çetesi buzdağının görünen kısmı, on iki bebeğin öldürüldüğünü biliyoruz. Ki daha bilinmeyenlerde vardır. Ve bu olay gibi onlarca açığa çıkamayan olay vardır.
Bu olay bize gösteriyor ki Türkiye’de sağlık hizmetlerinin özelleştirilmesinin kötü sonuçlarını ve toplumsal çürümenin tehlikeli boyutlarını ortaya koymaktadır. Sağlık gibi en temel insan haklarının kâr hırsına kurban edilmesi, toplumsal güveni derinden sarsmakta ve toplumun geleceğini tehdit etmektedir. Bu tür skandallar, kamusal hizmetlerin sadece ekonomik bir değer olarak görülmesinin değil, aynı zamanda ahlaki bir sorumluluk olarak da ele alınması gerektiğini göstermektedir.
Toplumun yeniden inşası, sağlık ve eğitim gibi kritik sektörlerin doğru yönetimiyle ve bu alanlarda insan odaklı bir yaklaşımın benimsenmesiyle mümkün olacaktır. Denetim mekanizmalarının güçlendirilmesi, kamu yararının özel çıkarların önüne geçmesi ve toplumun temel değerlerinin korunması, toplumsal çürümenin önüne geçmek için atılması gereken adımlar arasında olmalıdır. Yenidoğan çetesi gibi olaylar, bir daha asla tekrarlanmaması gereken dersler olarak hafızamızda yer etmelidir…
MEHMET TEKDAĞ
