Tanrı ve Din

Din, birleştirici ve ayrıştırıcı iki olguyu birlikte taşır. Birleştirici ve ayrıştırıcı iki kelime belki de ilk defa aynı rolü oynuyor ve güçlü yıkıcı bir işlev görüyor . Din üzerinden, bu iki kelimenin bileşiminde yalan, hile, aldatma, yıkım, savaş, ihanet, kan, eşitsizlik ve sömürü yaşanmıştır. Din, her halükarda insan dünyasında yıkıcı olmuştur. İnsanları fatalizme sürüklemiş, problemlerin çözümünde gerçeği gizlemiştir. Tanrı ve Din bu bağlamda bölücüdür, yıkıcıdır ve ayrıştırıcıdır. Din inançların ötesinde, bir çıkar çatışmasına dönüştü…
Dini, ‘Tanrı’ kavramının gölgesinde tutularak daha güçlü hale getirme stratejisi izlendi. Tanrı ve din birbirine bağımlı kavramlar haline getirilerek güçlü bir metafizik yaratıldı. Tanrı görünmeyen bir mit olarak sunuldu, din bu mitin korumasının altına alındı. Dinin kusurları ortaya çıkınca, devreye Tanrı alındı, tanrıda işi çözmek için devreye “seçkin” çocuklar aracılığıyla kitaplar piyasaya gönderdi. Böylece iş daha sağlama bağlanmış oldu. Görünmeyen birine, olağan üstü verilen yaratıcılık ise, başlı başına abartının sınırlarını da aşarak, bir çekim merkezine dönüştürüldü. Allah korkusu, din korkusunun üstünde tutuldu. Burada da diyalektiğin mantığı iyi işlendi. Aslında bu senaryonun bütünü, o günkü insan bilincinin çok üstünde olduğu için, olayın çelişkisi çözülemedi. Bilinmez ve yanıtsız kalan, tarihsel olarak insan bilinciyle bir paradoks içinde olan, evrenin oluşum sorunu, Tanrının yaratılmasında en büyük dayanak oldu. Anlaşılması zorlaştırılan, idealize edilerek piyasada bir ikon haline getirilen Tanrı kavramı, illüzyonlarla beslendi, imitasyonlar içinde çarpıtılarak yenilmez, dokunulmaz, olağan üstü bir güç halinde insan dünyasına aktarıldı. Tanrı projesinin üniversel bir nitelik alması adım adım oluştu. Her dönem retorik argümanlarla beslenen Tanrı kavramı insan bilincinin her aşamasında yenilendi…
Görülmeyen birine bu düzeyde olağan üstü yeteneklerin yüklenmesi, bilgisinin ve yeteneğinin mucizelerle süslenmesi sonucu, Tanrı, geri bilinç için çekim merkezi oldu. Tanrı kavramının yarattığı komplikasyonların aşılması mutlak bir zorunluluktu. Her şeye kadir, aynı zamanda evreni ve evren üzerindeki bütün oluşumların sahibi, gücünün sınırsızlığı, yaratıcılığının devasa boyutu, insanlara nasıl mal edilecekti. Geç kalınmadan, Tanrıya karşı septik düşüncelerin gelişimini engellemek için düğmeye basıldı. Bir anlamda her şeyin tek yaratıcısı birinin bilgisinden insan oğlu nasıl faydalanacaktı. Tamda bu noktada Devreye özel elçiler (peygamberler) üzerinde Tanrının kitapları insan yaşamına ulaştırıldı. Peygamberler ve kitaplar, Tanrının savunulmasında önemli referansların merkezi oldu. Tanrıyla, peygamberler arasındaki bağ, kitaplarla daha sağlam bir şekilde örüldü. Bu durum son derece rasyonel olarak yaratıldı. Tanrının yüceliği ve erişmezliğini evrensel bir boyut kazanması için, Tanrı nerededir sorusuna güçlü ve etkileyici mister bir boyut kazandırıldı. Tarihin belli etaplarında evrimin ilerlemesi sonucu ortaya çıkan insan yetmezlikleri tanrı kavramı ile çözümler aradı. Tanrı ve tanrıya bağlı mekanizmanın zinciri güçlü bir şekilde, preferik silsilesi içinde daha komplike bir ağla insana empoze edildi. Daha doğrusu mükemmel bir Tanrı kavramı, bu kavramın alt sistemi olan dini kitaplar ve “seçkin” çocuklar belirlenerek güçlü bir “afyon” tarihin her aşamasına insana şırınga edildi…
Tanrı ve din üzerinde üretilen argümanlar, savunma mekanizması parodi bir motifle beslenerek iyilik, dostluk, sevgi, vicdan, dayanışma. yardım ve ibadet kelimeleri çarpıtılarak insanın duygusal değerlere olan bağlılığı manipüle edildi. Daha doğrusu sistem çok iyi kurgulandı. Tanrının görünmezliği bilinçli bir hesaptı. Tanrının insan dünyasında Sık sık görünmesi, tanrıya verilen kutsal yüceliği etkisiz hale getirebilirdi. Tanrı adına, zülüm üreten ve uygulayan teokratik siyasal yapılanmalar oluşunca, Tanrı adına sunulan parodi söylemler, bir paradoks formatın içinde çelişkiler yumağı görüntüsü yarattı. Bu nazik durumlarda boy gösteren teolojik analizler konjonktürel ve rasyonel söylemlerle; Tanrı korunma altına alındı. Bir akıl ürünü olarak yaratılan Tanrı sözcüğü, ileriye akan zaman dilimi içinde , akıl ile inanç arasında bir probleme dönüştü. Tanrıdan soyutlanarak, dinlere ve kitaplara yönelik septik analizler, yorumlar, eleştiriler, Tanrının doktriner tutuculuğu altında kaldı. Tanrı için uydurulan özgün ağırlığı kavrayabilmek için, tarihin her evresinde yapılan teolojik çalışmalları anlamak önemli…
İnsan bilgisinin ve tecrübesinin kendisini koruyacak kadar gelişmediği ve bir insan beyninin gelişmişlik düzeyinin, bugünkü bir maymunun ortalaması kadar olduğu bir dünyada, Tanrı ve tanrı tarafından gönderilen kitaplar yoktu. Tarihin bu zaman diliminde , totemcilik bir olgu olarak insan dünyasına girdi. Totemcilik sosyal hayatta cereyan eden olaylar karşısında bir bocalamadır. “Tanrı” tespiti tarihsel olarak tam bir maceraydı, belki de kaçınılmaz bir maceraydı. Maceranın gelecekte yaratacağı komplikasyonlar ön görülmedi. Kavramın tarihsel ileriliği, zaman aşımı içinde geriye düşerek, insanlığa ayak bağı olmuştur. Tarihsel perspektif içinde parça parça yüceltilen “TANRI” aslında hiçbirşeyin yaratıcısı olmadığı bilinci, bir çelişki olmaya devam ediyor…
İnsanlık tarihi, Tanrı bilincinden daha eski olduğu bilinen bir olgu. Evrenin oluşumu ve insan Tarihi, tarihsel evrimi içinde ortaya çıkarılan Tanrı, peygamber, din kitapları, asıl olarak sosyolojik boyuta konjoktürel vakalar gibi görünüyor. Ama epistemolojiye gore; Tanrı, din kitapları ve Tanrının “seçkin çocukları” sürekli sistem tarafından yeniden restore edilerek yaşadığı her tarihsel ve toplumsal koşullara göre uyarlanmıştır. Bu oyunun tutması, senaryonun topluma empoze edilmesi için, yasaklar temel alındı, dokunmazlık zırhı ile koruma altında tutuldu. Ünlü “skolastik”, “mistik” polemikler bu korkunun içinde bir hesaplaşma olarak kendini gündeme aldı. Tanrı ve din kavramsal olarak entellektüel düzeyde zenginleştikçe, ona dokunmak, karşı reaksiyon vermek ürkütücü sonuçlara ulaştı. Tarih ilerledikçe, teknoloji geliştikçe, her dönem dinler spekülasyon konusu olmuştur. Tanrı ve din çatışması tarihsel bir ilerlemedir…
Çatışma ileriye bakanla, var olan tutculuğu elde tutmak isteyen kavga, bilinçli kuşkuculuğun oluşmasına alan yarattı. Tanrının kronolojik olarak büyütülmesi, tam bir evrensel nitelik kazandı. Fakat, günümüz dünyasında dinin radikalleştirilmesi, Tanrı sözcüğüne vurulan bir deşterdir. Din, egemen sınıfın çıkarlarına hizmet eden tutucu bir ideoloji olarak büyütüldü, anlam kazandırıldı, yaygın hale getirildi…
Mükemmel”, bütünlüklü ve inandırıcı bir mantık içinde, günah ve kötülük ahlak teolojisi içinde teorileştirildi, yorumlandı. Günlük yaşamın içinde kırılgan hale gelen, din uygulamalar üzerinde ortaya çıkan sorunları etkisizleştirmek için “şeytan” yaratıldı. “Şeytan” bütün kötülüklerin kaynağı olarak gösterildi. Her şeye kadir olan Tanrı, “şeytanı” serbest bırakmış, “şeytan” ise insanları kötüye yölendirmede aktif bir konuma getirilmiş. “şeytan” estrümanı tanrıya karşı doğacak her hangi bir tepkiye için önlem olarak dolaşıma sokuldu. “Şeytan” zamanla etkin hale geldi, kendi değerlerini insanlar Kabul ettirmeyi başardı. Tanrı bütün bunlara seyirci durumuna düştü.” Şeytan” artık günlük hayatta Tanrıya muhalefet oldu. Dinin retoriği, günlük yaşama uyumsuzluk gösterince, ortaya ciddi boyut problemler yaşanınca, “günah keçisi” yaratıldı. “Şeytan” kötülüklerin karahmanı oldu. Asırlarca yapılan kötülüklerin sorumluluğu “şeytan”a yüklendi. İnsan tarihinde yapılan kötülükler, iyiliklerden kat kat fazla olduğunu düşünürsek, “şeytanın” zaferini görmek mümkün. Tanrı yenilmiş durumda. İnsanları kötülüğe sürükleyen, yanlış yapmasına neden olan, içinde oldukları sosyal problemlerdir…
Tanrının ve dinin misyonu; insanların yaşadıkları maddi ve manevi problemlerin altında yatan nedenleri ters-yüz etmektir. Dinin retoriğindeki genel doğru söylemler, pratik hayat içinde gölgede kalmaya makum oldu. Zira, din kendi içinde paradoksları olan bir çelişkiler yumağıdır. Toplumsal gerçekle taban taban zıt bir konumdadır. İdeolojik olarak hiç bir fütüroloji taşımıyor. Dini söylemlerdeki fantasma, eklektik analizler günlük hayat, insan dünyasında tam bir işkenceye dönüşmüş durumda.
Egemen sınıf tarafında yaratılan kötülüklere karşı mücadele “şeytan”la etkisiz hale getirmek için yoğun bir çaba verildi. “Şeytan”a uyma tarihsel bir miras olmaya başladı. İktidar baskıları, yaratılan toplumsal eşitsizlik, “ kötü oğlanla” korundu. Tanrı, peygamber, din kitapları, şeytan bir bütün oluşturdular. Bu kare asıl adaletsizlik kaynağı oldu. Çünkü din doktrin olarak, bir anlamda ideolojik olarak özel mülküyet üzerinde ortaya çıkan ayrıcalıklı sınıfı korumaya yönelikti. Din adına balkonlarda savunulan ne varsa basit ve sırada soyutlamaların ötesinde, fundamentalism öne çıkarıldı. Toplumsal yaşam ve sistem dinsel kurallara bağlandı. Bu durum insan realitesiyle çatıştığı için, zamanla deforme olmaya başladı. Dini bozanlar, dini değerler üzerinde oynayanlar, dinin öncüleri olmuşlardır…
Tanrı ve din asırlardır öylesine insanlara empoze edildiki, doğanın kendi içindeki evrimde kaynaklanan değişmeler bilinmeyen bir gücün ermine verildi. “Tanrı”nın yetersizliğini gizlemek, uydurulan hikayeler Tanrıyı kurtarmaya yönelik operasyonlar olarak kaldı. Yoksullarasında güçlü bir nufus bulan Tanrı inancı, “efsane” masallarla dilden dile dolaştı. Tanrı inancı insanın en derin duyguları arsına yerleştirildi. Tanrı uzun bir dönem insan dünyasında, özellikle yoksullar dünyasında yaşamanın en etkin manevi değeri oldu. İslam dini, insanlığın geleceği için hazırlanmış en büyük kompludur. Tanrı, peygamber ve kitaplara gönderemeye yasak koydu. Yani hem kendini, hemde insanı cezalandırdı.( Aslında yasaklar Tanrıyla başlıyor) Buda Tanrıyı ve dini yaratanların rasyonal bir çıkışdır. Tanrı adına yeni bir kitap ve “seçkin” bir evlet, inadırıcı olmaktan uzak olacağı için, efendiler risk almak istemedikler görülüyor. Tanrı devrede çıkmış gibi görünüyor. Çünkü din adına yapılan bu kadar zülüm, haksızlık ve sömürü varken, din adına kan dökülürken bir avuç insan zenginleşirken. Tanrının iflas içinde olduğunu olduğu, ateizmin hızla yayıldığı görülüyor. Toplumlarda eğitim oranı ne kadar yüksekse ve yükseliyorsa Tanrıya olan inanç bir o kadar azalıyor. Çünkü Tanrı ideolojsinde büyük gedikler açılmış, Tanrı masalının savunulması yorucu oluyor. Dinler tökezlemiş, din kitapları çağını çoktan doldurmuş…
Bu olay asılında, dinlerin bitişi, Tanrının yetmezliğinin bir göstergesidir. Ekonomik, sosyal ve kültürel gelişmeler, teknolojinin devasa boyuta ilerlemesi, bilimin yaratıcılığı sonucu, Tanrının, dinin etkisinin zayıfladığını görüyoruz. Ancak din 21. yüz yılda primitif değerin, belli düzeyde korumaya devam ediyor. Kendi özgürlüğünü ve yaşam koşullunu, real olmaya birinin varlığına bağlama kültürü var olmaya devam ediyor . İnsanlar arasında yaşanan kötülükleri, insanların “şeytan”ın oyununa gelemesi olarak algılandı. İnsanlar değişen ekonomik ve toplumsal koşulların yaratığı problemlerin ibadetle Kabul etti. Hırs, egoism, ihtiras, kötülük yapmak ve şiddet uygulamak bir “şeytan”laşma olarak algılandı. Bütün dinler bir anlamda “şeytan”laştı. Din savunucuların pratikleri, şeytan aratırır duruma getirdiler. Kader bir kültür olarak yoğun bir şekilde ilgi gördü. Allahın görünmeyen yüzü bir çekim merkezi oldu. Görünmeme farklılığını güçlü hale getirmek için, ne yalanlarala insanlar kandırıldı…
Dinin günlük hayataki çelişkileri, bilinmez ve anlaşılmaz söylemlerle kamufle edilirken, din adına konuşanların, kötülüklere kaynak oluşturduğu artık aşikar bir durum
Din, günümüz dünyasında primitivizm temsil ediyor. Dine ayrılan zaman bütün ile enerji kaybına yol açıyor. İbadet için harcanan, boş giden zaman süresi insanın günlük yaşamında çalınıyor. İbadet yerlerine yapılan harcamalar, yetkililer ödenen paralar, tam bir anafor niteliğini taşıyor. Tanrı, din kitaplar, Peygamber, “Şeytan” bütününde oluşan ideolojik perspektif, günümüz dünyasında anakronik bir yerde eskimeye doğru gidiyor. Zaman ilerliyor, din çürüyor, bu çürüme süreci, din savunucuların çıkarlarıyla çelişiyor. Din tarihsel misyonunu doldurdu, çağın gerisine düştü, tutucu ve saldırgan bir niteliğe büründü. Dinle hesaplaşan, dini frenleyen ülkeler de halkın refahı, eğitim, sağlığı, hoşgörüsü ve insana verilen değer daha ileri düzeyde…
Robert Pekoz
