Kadın ve Namus

Namus; yasak elmaya itaatsızlıkla başlayan bir tarihi sürecin hikayesidir aslında. Adem ile Havva’nın çıplak doğuşlar sonucu cinsel arzularına yenik düşmesi ve şehvetin çekiciliğine kapılmalarıyla, zamanın aklı durdu. “Arının ikisinden birinin (Ademi mi, havvay mı ısırdığı bilinmiyor) kıçından ısırmasıyla başlayan cinsel zevkin “kötülüğün” ve “ihanetin” faturası kadına verildi.
Tamamen yalan üzerine kurgulanan, ve bir masaldan öteye gitmeyen, “kardeşlerin sevişmesi”, yalnızca kadının “namussuzluğu” gibi bir kültüre dönüştürüldü. Tanrı üzerinden topluma iletilen bu manipülasyon kadını hedef tahtasına yatırdı. Ve kadın tam olarak bilinmeyen bir fi tarihinden beri, erkeğin ve toplumun değişmeyen bir metasına dönüştü. Erkek kadını özgürce kullanma hakkı asırlardır devam ede geldi. Adem-Havva kaviminden bugüne kadar uzanan namus ve namussuzluk hikayesi kadına verilen bir cezaya dönüştü…
Kapitalizmle birlikte erkeğin kadın üzerindeki diktası, gezegenin belli bölgelerinde zayıflamaya, kadın hakları fikri yayılmaya başlaması, kadın için yeni bir tarihin önünü açtı. Emekçi kadınların direnişi, kadın özgürlüğünü daha anlamlı hale getirdi. Sorunun bu boyutu bir başka makalede daha geniş olarak anlatılmalıdır.
Namus, kadının bedeni ve cinselliği üzerinden tanımlama bütün dinlerde ortak bir kültür olarak her çağda, belirleyici oldu. Erkeğin cinsel zevklerine kurban edilen kadın, namus kavramıyla kadının yaşamı büyük bir risk altına alındı.
Karım, bacım, annem, ailem, kızım gibi sözcüklerin içinde kadın hep ezilen ve sömürülen kadın olmuştur.
Namus kültüründe erkeğin her aşamada baskın olması, kadının aşağılanması için bir sistem yaratıldı. “Onur ve şerefi bozan bir tek kadının cinsel ilişkisi oldu. Kadının “namusu” erkekler için hassas bir espiri içine alındı. Kadının “namusu” erkekler tarafında benim ki egosuyla özel bir özel mülkiyete dönüştürüldü. Namus kadına kesilen ağır bir ceza oldu. Namus kültüründe erkeğe verilen avantajlar, kadına karşı şiddet kullanma olarak devam ediyor.
Kadının sosyal yaşamın da söz sahibi olan, bir anlamda kadını her gün göz hapsine alan, günlük yaşamını kendi değerleri için de tutan erkek, kadın üzerinde tam bir diktatör oldu. Kadın erkeğin tutsağı, yada yarı kölesi haline getirildi. Erkek eşinin, annesinin, kız kardeşinin cinsel yaşamından sorumlu tutuldu . Daha doğrusu kadına şiddet ve baskı toplumsal kültürün bir parçası oldu. Erkek egemenliği kadın üzerinde her türlü sosyal boyutta etkili oldu. Kadın giyiminden tutunda, günlük aktivitelerde kadın erkeğin çizdiği sınırlar içine alındı.
Erkeğin kadın üzerinde kurduğu hegemonya kadının sosyal hayattaki verimliliğini düşürdü, etkisiz hale getirdi. Kadın “namusunun” vereceği zarar öylesine bir noktaya taşındı ki; Erkeğin ve ailenin onuru olarak görüldü. Bu da kadın üzerindeki şiddeti kat-kat arttırdı. Sadık ve sadakat kadın için bir kültür haline getirilirken, erkeğin tecavüzüne uğrayan kadın suçlu gören bir “akıl” içine alındı. Namus, iffet, onur, şeref ve ar kavramlarından kadın sorumlu tutuldu.
Namus kavramı kadının değil, erkeğin “orospuluğudur” ve bir bütün olarak sistem sorunudur.
Asıl namussuzlar; kadının cinsel yaşamı üzerinde, kendi namussuzluklarını kapatmaya çalışanlar, küçük yaştaki kızlarla evlenenler ve bu evliliği savunanlar, kendi kız evladına tahrik olanlar, kızlarına cinsel “duyarlılıkla” bakanlardır.
Bedenini para karşılığında pazarlayan biri bile, din tüccarlarından ve o sahte din “alimlerinden” bin kez daha namusludur.
“Namus ve namussuzluk” kavramlarına yüklenen değerler tam bir çelişki yumağıdır. Bu iki kelime Müslüman ülkelerinde KÜLTÜREL VE SOSYAL yozlaşma olarak anlam buluyor. Fakat namus kavramı değişik coğrafyalarda değişik anlamlar verilerek, yada yüklenerek insan dünyasında kullanılıyor.
Toplumların eğitimi, sanatı, kültürü, bilgisi, yaşadığı coğrafya, iklimi, teknolojik gelişim ve sosyolojik değerleri namus ve namussuzluk kavramlarını kullanmada belirleyici ve etkileyici rol oynuyor. Müslüman dünyasında kadına verilen değer, kadın- erkeğe ait oldukça biraz anlamlıdır belki. İslam dünyasında gericilik yada faşizm; kadını sosyal aktivitelerinde yok hükmünde sayıyor.
Namus kavramı, kadının ve erkeğin cinselliği Avrupa’da ve dünyanın başka coğrafyalarında tartışma ve eleştiri konusu olmuyor. Bu; medeniyetle, bilgiyle, kültürle, sanatla, okuma oranıyla, halkın bilinç düzeyinin gelişimi ile ilişkili bir durumdur. Özellikle kadını cinsel ilişki üzerinde yargılama daha çok Müslüman coğrafyada görülen bir adaletsizliktir.
Örneğin: Afrikanın bir bölümünde cinsel ilişki, yani kadın cinsiyetini namussuzluk ölçüsü olarak görülmez. Kadının cinsel ilişkisi üzerinden tartışmaları yanlış bulur. Kadının cinsel sorunu, onun bir problemi olarak düşünülür ve toplum onu yargılamaz. Avrupada gençlerin cinsel ilişkileri üzerinde tartışma yapılmaz. Kızın bakireliği aileler tarafından kontrol altında tutulmaz. Kızın bakire olup olmaması asla bir problem olarak düşünülmez. Tersi bir durum ayıplanır, çağ dışı bir düşünce olarak görülür. Müslüman ülkeleri dışında, dünyanın diğer coğrafyasında kadına cinsiyetçi bir bakışaçısıyla yaklaşılarak üzerine çağdışı yorumlar yapılmıyor.
Müslüman rejimlerde kadına biçilen namus, İslam dininin çağdışı yorumları üzerinden yürüyor. Din tüccarlarının, yobazların, imamların, din “alimlerinin” kadını aşağılayan söylemlerle, kadını toplumda yaşanmaz hale getiriyor. Kadını sadece cinsel bir obje olarak gören Müslüman dünyasının şeriatçı rejimleri, kadın üzerinde inanılmaz bir baskı kuruyor.
Kadını cinsel ilişkiye karşı sorumluluk altına almak, bir erkek faşizmidir. Kadının hala bir meta olarak görüldüğü, pazarlarda alım-satım değerleri arasına konduğu bir coğrafyada, kadının bedeni üzerinde, özellikle cinsiyeti üzerinde yaratılan erkek egemenliği tam bir dini faşizmdir. Kadının cinsiyeti ile cinsel yaşamı hiç bir koşulda namusun ölçüsü olamaz ve olmamalıdır.
Erkeğin gizli ve açık olarak yaşadığı cinsel ilişkiler namussuzluk olarak yorumlanmazken, kadının yaşadığı farklı bir cinsel ilişki onun öldürülmesine neden olabiliyor. Eğer burada bir yanlış varsa, yanlışı yapan iki kişinin sorunu olarak görülür. Fakat diğer tarafta suçlanan ve cezalandırılan salt kadın oluyor. Kimi Müslüman ülkelerde kadın, başka bir erkekle flört etmişse meydanlar da yakılarak, yada taşlanarak öldürüyor. İran ve benzeri ülkelerde erkeğin beğendiği kadınla günlük (muta nikahıyla) evlilikler yapası, yozlaşmanın geldiği boyutu göstermesi bakımından ilgi çekici. İslam dünyasında yada resmi İslam kültüründe kadın, salt cinsel obje olarak kullanılan bir meta niteliğinde görülür.
Onlarca Müslüman ülkede hala kadının nasıl bir canlı olduğu tartışma konusu. Bu ilkel tartışmayı yapanların ne oldukları tartışılmalı aslın da. 21. Yüz yılda kadının insanın bir versiyonu olup-olmadığının tartışıldığı bir coğrafyada, kadın olmak gerçekten çok zor bir durum.
Bir devrimci, bir aydın, bir entelektüel ya da çağdaş bir birey kadının sosyal hayatını, yaşadığı ilişkiye göre yargılamaz.
Kömünist için kadın bir bireydir ve herşeyden önce insandır. Erkeğin, kadına göre hiç bir özel üstünlüğü yoktur.
Bir erkeğin bireysel konumu ne kadar önemli ise kadının da bireysel varlığı bir o kadar önemlidir. Kadın ve erkek eşitliğini marksistler tartışmaz. Kadın ve erkek eşitliği üzerinde bir tartışma yapmak yanlıştır, çağdışılıktır. Marksistler, insanların sosyal hayatlarıyla, kadının cinsiyeti üzerinde yorum yapmayı, konuşmayı ve eleştirmeyi prensip olarak yadsır, ayıplanır ve doğru görülmez.
Bir marksist ve devrimci için “namus” ve “namuslu olmanın” kriteri; sistemin yarattığı eşitsizliğe, adaletsizliğe, baskıya, şiddete, zülme, sömürüye, emperyalizme karşı mücadele etmektir. Namuslu olmak; Hiç bir çıkar gözetmeksizin kardeşliği, barışı, sevgiyi, dostluğu ve insan haklarını savunmaktır. Namuslu olmanın özetti kısaca budur…
Yani rejimin halka dayattığı kötülüklere karşı durmak ve mücadele etmek namuslu olmanın tek kriteridir. Halka yapılan zulmü savunmak, sessiz kalmak, haksızlıklara karşı duyarsız olmak namussuzluk olarak değerlendirilir. Namus ve namussuzluk bir sosyalist için, kadın-erkek ayrımı yapmaksızın bireylerin toplumda yaşanan kötülükler karşısında gösterdiği reaksiyonlara göre değerlendirilir. Kimin nasıl bir cinsel ilişki yaşadığı marksistleri ilgilendirmez.
Marksistler cinsel ilişki üzerinden kadına yapılan baskıya ve şiddete karşı da net tavır alır ve almak zorundalar. Tersi bir tutum kadına yapılan kötülüklere ortak olmak anlamına gelir. İslam dünyasında kadının sünet edildiği, kadının ötekileştirildiği, hala insan olup – olmamasının tartışıldığı bir gezegende, kadına yapılan kötülüklerin ölçüsünü belirliyor. Bu durumda kadının yanında yer almayan, kadınla birlikte erkek egemenliğine karşı mücadele etmeyen biri devrimci, aydın, demokrat ve sosyalist olamaz. Müslüman coğrafyasında kadın hala orta çağ gericiliği içinde değerlendiriliyor ve kadına yaşam hakkı veriliyor. Bu durumu sıradan bir demokrat bile kabullenmez. Sosyalistler için; asıl namussuzlar kapitalist sistemi korumaya ve savunmaya çalışanlardır. Bunda erkek-kadın ayrımı olmaz.
Kim sömürücü ve baskıcı rejimi savunuyorsa, o namussuzdur! Kim buna karşı çıkıyorsa, asıl namuslu ve etik değerleri olandır. Bu iki kelime solun literatüründe bulunmaz.
Kadının cinsel yaşamı üzerinde yürütülen pazarlık, şeriatçı sistemlerin doğasında var olan bir yozluktur. Asıl namussuzlar, kadını kendi iğrenç doyumları için sömürerek aşağılardır. Ayrıca solun da kadını savunmadaki eşitlik vizyonu, çoğu zaman pratik uygulamada idealize edildiği uutulmamalı…
Robert Peköz
