Kürecik sosyolojisinde Harunuşağı köyü üzerine notlarım 1


Bu soruya yanıt vermek belki geçmişin derinliklerine inerek daha geniş bir yazı hazırlamak, bu bağlamda tarihiyle bağını kurmakla mümkün olabilir. Bunu yapanların olduğunu da biliyorum. Ancak ben, Harunuşağı’nın yakın geçmişi üzerinde durmayı daha uygun görüyorum. Yazının perspektifini de bu yakın geçmişle sınırlayacağım. Bu yazıyı hazırlarken kimseyle tartışmaya girmek, bir polemik yaratmak gibi bir niyetim olmadı, olmuyor da.

Yazıda özellikle tanık olduğum bir toplumun taşıdığı ve yaşadığı sosyolojik değerler üzerinde duracağım. Bana göre, yaşanmış ve yaşanan somut olgular üzerinden değerlendirmeler yapmak bizi gerçeğe daha çok yaklaştırır. Bir toplumun gerçeği, o gün yaşadığıdır. Elbette, geçmişle bağ kurarak bir dizi spekülasyon yapmak da mümkündür. Ama ben, içinde bulunulan durumun kendi gerçeği içinde anlaşılmasının ve açıklanmasının daha mantıklı olduğunu düşünüyorum.

Harunuşağı’nın mutlaka tarihsel bir evrimi vardır. Ancak bu evrim, bugün yazacaklarım üzerinde özel bir ayrıcalık yaratmıyor. Bu düşünce tarzım kimilerine ters veya tutarsız gelebilir; bunu da anlarım. Ben bir köyün tarihini ya da coğrafyasını yazmıyorum, buna gerek de görmüyorum. Nereden geldiğimiz, atalarımızın kim olduğu, bugün yaşadığımız gerçeği değiştirmiyor. Bana göre bugün neysek, gerçeğimiz odur. Bu nedenle geçmişten çok bugünü ve yakın geçmişi önemsiyorum.

Harunuşağı, ilginç bir coğrafyada bulunur. Köyün yerleşim alanı oldukça dağınıktır. Bu dağınıklığın nedeni hakkında farklı görüşler öne sürülmüştür. Köyün başlangıcıyla bitişi arasında beş ayrı mahalle kurulmuş; yakın akraba aileler genellikle bir arada yerleşmiştir. Ayrıca her yerleşim alanına ayrı bir isim verilmiştir. İddialara göre köydeki bu dağınıklık, aile içi ayrışmaların sonucu olarak ortaya çıkmıştır.

Harunuşağı’nda dinin toplum içindeki manevi ağırlığı oldukça sınırlıdır. Köyün Alevi olduğu söylenir; fakat Alevi kültürünün ve ibadetinin belirgin bir ağırlığı görünmez. Yani Tanrı ve din, Kürecik’te ve Harunuşağı’nda çok farklı bir anlam ifade etmez. Köylülerin ana dili Kürtçedir. Ancak ya erken bir asimilasyona uğramış ya da sonradan öğrenildiği için günlük dilde oldukça sınırlı bir Kürtçe kullanılır. Bazen kelimelerin karşılığı bulunmakta zorlanılır. Kürecik Kürtçesi kaba ve zayıf bir Kürtçedir; bu lehçeyi konuşan biri, diğer Kürtçeleri anlamakta güçlük çeker. Sonuç olarak, Kürtçe günlük dil olarak konuşulsa da, baskılar nedeniyle belli ölçüde asimilasyona uğramış görünmektedir.

Bizim köyde ibadet için herhangi bir mekân yoktu. Sadece Alevilerin tuttuğu 12 günlük oruç söz konusuydu. Ancak bu orucu tutanlar toplumun çok küçük bir azınlığını oluştururdu. Kimse kimseyi oruç tutmadığı için suçlamaz, tutanları da yadırgamazdı. Dinin ve Tanrı’nın sosyolojik ağırlığı kalmamış ya da oldukça zayıflamıştı. Sadece soyut bir “Tanrı korkusu” belli ölçüde etkisini sürdürüyordu. Bu manevi değer de daha çok olumlu bir şekilde yaşantıya yansımıştı.

Alevi kurumunun dedelik mirası, çok zayıf da olsa duygularda yaşamaya devam ediyordu. Ancak dedeler Harunuşağı’na sık sık uğramazdı. Her yıl yaz mevsiminde “alacaklarını” toplamaya gelirlerdi. Yanlarına birkaç saf ve inanmış köylüyü alarak haklarını toplamak için köyü dolaşırlardı. Köy yoksul olduğu için dedeler Harunuşağı’nda aradıklarını pek bulamazlardı. Ben 15 yaşlarındayken artık dedeler köye nadiren uğruyordu. Köy halkı da, dedelere özel bir değer atfetmek yerine, onların yük getireceğini düşünmeye başlamıştı. Çünkü köylünün fakirliği nedeniyle en küçük bağış bile büyük bir yük oluyordu. Sonuçta Harunuşağı halkı, pratik yaşamıyla dinsiz bir sosyal yaşama sahipti. Aslında din ve Tanrı gibi sorunları yoktu. Yaşlılar arasında Kur’an okuyanlar vardı ama onların bile doğru okuyup okumadığına şüpheyle bakılırdı.

Harunuşağı, nispeten büyük bir köydür. Askere giden gençler, orada okuma yazma öğrenirdi. 1940’lı yıllardan sonra köyde ilkokul açıldı. Köy halkı maddi olarak birbirine çok benzerdi; özel zenginler yoktu. Ağalık, toprak sahipliği gibi kurumlar oluşmamıştı. Köylünün ekonomik durumu birbirine çok yakındı. Hayvancılık ve tarım sadece geçinebilmek için yapılırdı. Ne toprak ağası, ne de fazla parası olan zenginler vardı. Her köylünün biraz toprağı ve üç beş hayvanı olurdu. Köyde, diğerlerine göre biraz daha fazla toprağı ve hayvanı olan kişiler bulunsa da, ayrıcalıklı bir sınıf sayılmazlardı. Kürecik’te toprak ağası olmadığı için, “ağa zulmü” de pek yaşanmadı. Burada daha çok devletin baskısı ve zulmü söz konusu oldu.

Devam edecek…

Robert Peköz


Benzer Haberler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu Yazıda Dikkatinizi Çekebilir!
Kapalı
Başa dön tuşu

Reklam Engelleyici Algılandı

Lütfen reklam engelleyiciyi devre dışı bırakarak bizi desteklemeyi düşünün