Duygu durum bozuklukları:

Duygu durum bozukluğu, bireyin ruhsal dünyasında ortaya çıkan süreklilik gösteren ve bireylerin işlevselliği önemli ölçüde etkileyen değişimlerle karakterize edilen ciddi psikolojik sorunlardır. Bu bozukluklar, bireyin duygularını algılama, ifade etme biçimimi ve düzenleme kapasitesini sekteye uğratmakta, hem zihinsel hem de fiziksel işlevlerde belirgin gerilemelere yol açmaktadır. Özellikle majör depresif bozukluk ve bipolar bozukluk gibi alt türler, toplumda yaygın görülmeleri ve bireylerin yaşam kalitesini düşürmeleri açısından dikkat çekmektedir. Duygu durum bozuklukları, sadece bireyin içsel yaşantısını değil, sosyal ilişkilerini, mesleki performansını ve genel yaşam doyumunu da olumsuz yönde etkilemektedir. Klinik tablolara bakıldığında çökkünlük, umutsuzluk, enerjisizlik ve değersizlik gibi duygular sıkça gözlemlenirken, bipolar bozukluklarda taşkınlık ve dürtüsel davranışlarla seyreden manik dönemler de görülebilmektedir.
Bu bozuklukların gelişiminde genetik yatkınlık, biyokimyasal dengesizlikler, çocukluk çağı travmaları, sosyal izolasyon, yetersiz destek sistemleri ve stresli yaşam olayları gibi çeşitli etkenlerin etkileşimi söz konusudur. Nörotransmitter düzeyindeki bozulmalar özellikle dikkat çekici bir mekanizma olarak değerlendirilmekte, serotonin ve dopamin sistemindeki işlev bozukluklarıyla ilişkilendirilmektedir. Ayrıca sosyal etkenler, bireyin duygusal regülasyon kapasitesini zayıflatarak depresyon ya da manik atakların başlamasında tetikleyici rol oynayabilmektedir.
Tarihsel süreçte, Hipokrat’tan tutalım Freud’a kadar pek çok bilim insanı, duygudurum bozukluklarını tanımlamaya ve açıklamaya çalışmıştır. Modern sınıflamalarda bu bozukluklar depresif bozukluklar ve bipolar bozukluklar olarak iki ana gruba ayrılmaktadır. Majör depresif bozuklukta yalnızca çökkün duygular gözlenirken, bipolar bozukluklarda manik ve depresif dönemlerin dönüşümlü yaşanması söz konusudur. Distimi gibi daha hafif ancak süreklilik gösteren formlar ise birey tarafından sıklıkla kişilik özelliği olarak algılandığı için tedaviye geç başvurulmasına neden olmaktadır.
Psikanalitik kuram, depresyonu bilinçdışı çatışmalar ve kayıplar üzerinden ele alırken; davranışçı kuram, çevreden gelen ödüllerin azalmasıyla birlikte bireyin davranışsal motivasyonunun düşmesini temel alır. Bilişsel kurama göre ise bireyin düşünce sistemindeki çarpıtmalar, kendisine ve geleceğe dair olumsuz algılar, depresif belirtilerin sürmesinde önemli rol oynamaktadır. Özellikle bilişsel çarpıtmaların(otomatik düşüncenin) kalıcı hale gelmesi, bireyin duygu durumunda derin ve kalıcı dalgalanmalara yol açabilmektedir.
Epidemiyolojik çalışmalar, bu bozuklukların yaşam boyu görülme sıklığının oldukça yüksek olduğunu ortaya koymaktadır. Kadınlarda daha yaygın görülen majör depresyon, hormonal ve toplumsal faktörlerle ilişkilendirilirken, bipolar bozukluk cinsiyetler arasında daha dengeli dağılmakta ancak sıklıkla yanlış tanı almaktadır. Başlangıç yaşı genellikle ergenlik ve genç erişkinlik dönemine denk gelmekte, buda bozuklukların bireyin gelişimsel süreci üzerinde yıkıcı etkilere yol açmasına neden olmaktadır.
DSM-5 Eksen 1 tanı ölçütleri, bu bozuklukların sistematik bir biçimde sınıflandırılmasını sağlamakta ve özellikle tedavi planının belirlenmesinde önemli bir kaynak oluşturmaktadır. Majör depresyon tanısı için en az iki hafta boyunca süren ve bireyin işlevselliğini bozan beş ya da daha fazla belirtinin varlığı gerekmektedir. Bu belirtiler arasında ilgi kaybı, çökkün ruh hali, enerji azlığı, suçluluk düşünceleri ve intihar düşünceleri yer almaktadır.
Tedavi süreci, bireyin klinik tablosuna ve psikososyal risk faktörlerine göre biçimlenmektedir. Hafif olgularda yalnızca psikoterapi yeterli olabilirken, ağır depresif tablolar ya da bipolar ataklarda farmakoterapi temel tedavi yöntemidir. Antidepresanlar, duygudurum dengeleyiciler ve antipsikotikler en sık kullanılan ilaçlar arasındadır. Bununla birlikte, psikoterapötik müdahaleler özellikle bilişsel davranışçı terapi ve kişilerarası terapi, bireyin içsel çatışmalarını anlaması ve baş etme becerilerini geliştirmesi açısından önemli katkılar sağlamaktadır. Aile desteği, psiko-eğitim, sosyal destek ağlarının güçlendirilmesi ve düzenli izlem gibi unsurlar tedavi sürecinin başarısını artırmaktadır.
Bipolar bozuklukta ise hem manik hem de depresif dönemlerin kontrol altına alınması hedeflenmektedir. Tedavi, akut müdahale ve koruyucu aşamalardan oluşur. Lityum ve bazı antiepileptik ilaçlar, nüksleri önlemeye yardımcı olurken, psikoeğitim ve bilişsel davranışçı terapi bu bireylerde nüks sıklığını azaltmakta etkili olmaktadır. Elektrokonvülsif terapi (EKT), özellikle tedaviye dirençli vakalarda ya da intihar riski olan bireylerde tercih edilen etkili bir yöntemdir.
Sonuç olarak, duygu durum bozuklukları bireyin içsel dengesini sarsan, karmaşık etiyolojiye sahip, yaşam kalitesini ciddi biçimde tehdit eden psikiyatrik tablolardır. Tanı ve tedavide multidisipliner bir yaklaşım esastır. Erken tanı, bireye özgü yapılandırılmış tedavi planı, terapötik destek ve çevresel koruyucu faktörler ile bu bozuklukların birey üzerindeki yıkıcı etkileri büyük ölçüde azaltılabilir. Bu nedenle, toplum temelli ruh sağlığı politikaları geliştirilerek, bireylerin bu tür bozukluklara karşı bilgilendirilmesi ve destek sistemlerinin erişilebilirliğinin artırılması, psikiyatrik sağaltımın geleceği açısından büyük önem arz etmektedir.
Görsel: Erdem Psikiyatri Merkezi
Halil Kansu
Faydalanılan Kaynaklar:
-Öztürk, O., & Uluşahin, A. (2020). Ruh Sağlığı ve Bozuklukları. Nobel Tıp Kitabevleri.
-Türkçapar, H. (2020). Depresyon. Epsilon Yayıncılık.
-Karaca, E. & Karaaziz, M. (2023). Sosyal, Beşeri ve İdari Bilimler Dergisi, 6(2), 279–292.
-Özbay, A. & Vardarlı, C. (2024). Sağlık Akademisyenleri Dergisi, 11(1), 157–163.
-APA (2014). DSM-5: Ruhsal Bozuklukların Tanısal ve Sayımsal Elkitabı.
-Kırımça, K. C. (2022). Sınav Günü Duygudurumun Akademik Başarı ile İlişkisi (Yüksek lisans tezi).
-Acar, G. & Buldukoğlu, K. (2014). Psikiyatride Güncel Yaklaşımlar
