AİLEDE; KADININ DÜNÜ, BUGÜNÜ VE YARINI ÜZERİNE

Aileye ilişkin bildiğimiz her şeyi konuşmak, lanetlenmeye açık kapı bırakmaktır. Ailede çok şey konuşulmadan yaşanıyor. Aile gibi ‘kutsallaştırılmış’ bir kuruma dokunmak risk almaktır. Bazı konular, toplumsal duyarlılığın kırmızı çizgisi oluyor. Bu yazıda ‘kutsal aileye’ dokunmadan geçmeyeceğiz. Gerçeklerle yüzleşmenin tam zamanı. “Bilinen aile kavramı”, sömürü sistemini ayakta tutan en gerici örgütlenmedir.
(Robert Pekoz)
Aile kavramının birçok tanımı vardır: Bir tanıma göre aile; evlilik ve kan bağına dayanan, karı-koca, çocuklar, kardeşler vb.lerinin arasındaki ilişkilerin oluşturduğu, toplum içindeki en küçük birim örgütlenmesidir. Tanıma göre aile, çok masum görünüyor değil mi? Ama gerçek durum böyle değil. Aile, devleti oluşturan en küçük birimdir. Küçük bir devlet gibidir. Bu küçük devlette her kötülük bulunur. Felsefe bu konuda farklı şeyler söyleye gelmiştir ki, bu görüşlerin en tanınmış olanı Marksizm’e aittir. Yukarıda da söz konusu edildiği gibi, Marksizm özet olarak, komünal hayat yaşamında ailenin olamayacağı sonucuna ulaşır. Üretim sürecine bağlı olarak, ailenin sonradan ortaya çıktığını ve nihayet özel mülkiyet ortadan kalktığında, ailenin de ortadan kalkacağını iddia eden tek ideolojik yaklaşım, Marksizm olmuştur.
Ailenin toplumun en küçük birimi olduğu doğru. Nasıl bir birim olduğu ise, başka bir soru. Yasal kimliği, onun doğru olduğu anlamına gelmez. Tanım, çok soyut ve aile içinde yaşananlarla örtüşmüyor. Kan bağı aile olmaya ne kadar yeterli mi? Aile bağlamındaki ilişki, artık farklı yorumlanmalı ve farklı anlaşılmalı. Bugün, birlikte yaşamaya gönüllü olmak ilkesinde ısrarcılık, çağdaş dünyanın olmazsa olmazı olarak doğru kabul edilmektedir. Nikâh ise, bir tercih sorunudur. Ona karşı olmak ise, başka bir yanlışlıktır.
Kadın ve erkeğin çağdaş bir yaşam sürdürmesi, ancak eşit ilkeye ve sevgiye dayanırsa, kalıcı olması mümkündür. Birlikte olmak kadar, ayrılmak da bir hak olarak kabul edilmeli. Ayrılık, bir o kadar özgür olmalıdır. Yürümeyen bir ilişkide ısrarcı olmak, bir tür işkencedir. Bilinçli ve saygıya dayalı bir ilişki, bilinen klasik aile kavramından tamamen farklıdır. Burjuva hukukunda aile için nikâh belirleyici ve vazgeçilmez bir sosyolojik değerdir. Fakat bu değer, bireylerin özgürce ayrılma hakkını kadın aleyhine olumsuz bir duruma getiriyor. Aile kavramını açmaya çalışırsak, çıkan ve yaşanan sorunlara dil ısırmak kaçınılmaz oluyor. Aile, tek tek bireylerin ilişkilerini yorumlamak değildir. Bugünkü aile yaşantısı çok daha fazla komplike bir durumdadır. Din tacirlerinin, muhafazakârların, nikâhsız bir birliktelik ilişkisi yaşayan insanlar üzerinde yürüttükleri spekülasyonlar, kendi ahlaksızlıklarının üstünü örtme çabasıdır. Nikâhsız yaşamak tamamen çıkarsız bir yaşam sürdürmektir.
Çıkar hesapları yapmadan, gönüllü ve severek birlikte olmak, nikâhsız yaşamak bilinen aile kavramından çok daha çağdaş ve anlaşılır bir ilişkidir. Aileyi birbirine bağlayan değerleri burjuva hukuku bağlamında düşünmek, 21. yüzyılın en büyük insan ayıbıdır. Nikâh olmadan yaşamak, nikâhlı olarak yaşamaktan daha ahlakidir.
Yukarıdaki başlıkta, asıl olarak bizi ilgilendiren bugünkü ailenin durumunu anlamaktır. Kapitalist sistemde kadının hala özgür olmadığı, kadının erkek egemenliği fikri altında ezildiğini anlamak çok önemli hale gelmektedir. Ailede yaşanan tarihsel eşitsizliğin, kapitalist dünyada hala aşılmadığına şahit olmak, başka acı verici bir realitedir. Aile örgütlenmesi veya ailenin gelişimi üzerinde yazılmayan tek şey kalmamış. Aile ilgili bolca ansiklopedik bilgilere ulaşmak mümkün. Yapılan hiçbir araştırma ve inceleme kadının geleceğine ilişkin bir çözüm sunmuyor. Günümüz koşullarında resmi rakamlara göre; dünyada her gün kocası ve aile çevresi tarafından saatte 100’ün üstünde kadın öldürülüyor. Fransa’da üç günde bir, kadınlar kocası ya da sevgilisi tarafından öldürülüyor. Müslüman dünyasında, özellikle Ortadoğu’da kadının yaşadığı eziyet ve şiddet Orta Çağı aratmıyor. Bilinen resmi rakamların yaşanan realite ile uyuşması mümkün değil. Bugünün temel sorunu, tartışma ve araştırma konusu olmuyor. Farklı üretim ilişkileri içinde ve farklı zaman dilimlerinde ailenin gelişimi ile ilgili birçok yazı var. Ancak kadının şimdiki realitesi ile ilgili çok şey söylenmiyor. Sol nispeten kadına yönelik şiddete karşı çıkıyor, eleştiriyor. Ancak solun burjuva alışkanlıkları aile yaşantısında devam ediyor.
Aile, insan hayatında tarihsel bir olgudur ve insan tarihindeki en eski örgütlenme modelidir. Ailenin kurumsallaşması, onun tarihsel gelişimiyle ilişkilidir. İnsan hayatının temel ilişkisini ve sürekliliğini sağlayan aile bağı, sosyal bir kurum olarak, ihtiyaç duyulan bir örgütlenmedir. Bu nedenle aile bağı ilgi odağı oldu. İnsanın tarihsel hikâyesinde bugüne kadar uzanan bu örgütlenmenin varlığı ve nedeni üzerinde bolca araştırmalar ve incelemeler yapılmıştır. AİLE kurumu sosyologların, tarihçilerin, antropologların en çok inceledikleri ve üzerine en çok yazdıkları bir alandır. Bu araştırmalar kadın hayatında bir değişime neden olmuyor.
Aile özgün bir kavram olduğunda, başka toplumsal örgütlenmelerde identik özellikleri göstermiyor. Toplumun üretim durumuna göre değişime uğrayan aile geleneği, kadın için aynı eksenin etrafında döndü. Üretim ilişkisi değiştikçe, kadının aile içindeki misyonu aynı olmaya devam etti. Ailenin nasıl ortaya çıktığı, hangi ihtiyaçtan doğduğu sorularına verilen spekülatif yanıtların bugünkü kadın dünyasında bir anlamı bulunmuyor. Ailenin kökeni ve oluşumu üzerinde ne yazılırsa yazılsın, hangi sonuçlara ulaşılırsa ulaşılsın, kadının aile içinde sömürülen olduğu, erkeğin şiddeti ve sömürüsü altında bulunduğu gerçeğini kamufle edemez.
Aile, hangi nedenle ortaya çıkarsa çıksın, çıplak bir gerçeklik var ki, aile kadına düşman bir örgütlenmeye dönüştü. Yapılan antropolojik ve sosyolojik araştırmalar üzerinde ailenin oluşumunu tartışmak, bugün için çok anlamlı değil. Ailede kuralların bugün nasıl işlediği ve nasıl örgütlendiği önemli. Ailenin oluşumuna yönelik araştırmalar bilimsel sonuçlardan çok, spekülasyona açık birden fazla teorik görüş var oldu. Araştırmaların bilimsel olma iddiası tartışmaya açıktır. Aile içinde kadının yeri temel bir sorun olmuştur. Aile denen kurum, tarihsel süreç içerisinde dönemin ruhuna uygun olarak değişikliğe uğramıştır. Ama bu değişiklik kadının yaşamında çok anlamlı olamamıştır. Kadının aile içindeki ezilmişliği, horlanmışlığı kusursuz olarak süregelmiştir. Ailenin oluşumu ile ilgili arkeolojik çalışmalar sadece bolca teori yığını üretti. Sadece Marksistlerin aileye ilişkin saptamaları farklı olmuştur. Aile içi sömürü, kadının emeği üzerinde gerçekleşiyor. Aile homojen gibi görünse de, toplumsal hayatta görülen bütün çelişkileri daha güçlü ve ağır şekilde yaşıyor.
Aile çağımızın en tutucu ve en geri örgütlenmesidir. Her kurum gibi ailede büyük yozlaşma içinde. Aile türlerinin oluşması hala farklı toplumlarda farklı özellikler yaşayarak yürüyor. Ama kadına biçilen rol değişmiyor. Kadın, dini dogmalarla, kocanın belirlediği sınırlara göre yaşamak durumunda bırakılıyor. Kadın aile çelişkisinin özü sömürüye ve özgürlük farklılığına dayanıyor. Bu bağlamda aile kurumu ahlaki bir temelden yoksun. Kadın üretim sürecine aktif katılmasına rağmen, kadının aile içindeki statüsünde (sömürülmesi de) ciddi bir değişiklik yaşanmıyor. Devrimcilerin aile kavramına bakış felsefeleri, burjuva aile esprisinden tamamen ayrılır. Burjuvazinin aile anlayışı erkek egemenliği demektir. Erkek, yani baba ailenin koruyucusu, aynı zamanda geçimini temin eden kişi olarak sorumluluk alıyor. Bir anlamda erkek evin efendisi ve tek yetkilisi olarak sorumlu oluyor. Bu rol, aslında erkeğin işine yarıyor. Erkeğin egemenliği kabul gördükten sonra, kadın erkeğin ve aile fertlerinin özel hizmetinde bulunan bir hizmetçi oluyor.
Her ne kadar kadın dışarıda üretim sürecine katılsa da, erkek egemenliği ailede eşitlenmiyor. Daha doğrusu, ekonomik olarak ayakları üstünde duran kadın, ailede eşit ve adaletli bir konuma gelmiyor. Kadın, kapitalist sistemdeki aile anlayışından dolayı, bir türlü özgür statü kazanamıyor. Kapitalist sistemde kadının YAŞAMSAL bütün alanlarda var olmasına rağmen, kadın erkek eşitsizliği devam ediyor. Sisteme bağlı bir aile anlayışı, aile ilişkilerini deforme ediyor. Aile krizi, toplumsal bir krize dönüşerek artıyor. Ailenin özgür ve eşit bir kurum olması, sistem tarafından bilinçli olarak engelleniyor. Bugünkü aile kapitalist bir değerdir ve dağılmaya doğru hızla yol alıyor. Kadın bilinci değiştikçe, kadının özgür olma düşüncesi de değişiyor.
Evlilik birleştirici bir olgu olmaktan çıktı. Modern toplumda evlilik yolu ile kurulan aile, artık sürdürülemez durumda. Bu durum, kapitalist modernitenin bir realitesidir. Aile, kapitalist sistemin özgürlük değeri içinde sürdürülemez. Kadının ekonomik özgürlüğünü kazanması, ailedeki egemen erkek despotizmine son vermiyor. Evlilik, kapitalist dünyada her ne kadar gönüllü bir ilişki gibi görünse de, bu gönüllü ilişki çoğu zaman iç çatışmalara dönüşüyor. Kadın bu çatışmalarda hırpalanan ve cezalandırılan taraf oluyor.
Kapitalizmde çözülmeye yüz tutmuş, hızla yozlaşan, dağılan ve çürüyen bir ‘aile birliği’ bulunuyor. AİLE kavramının ahlaki değerlerinden kadın sorumlu tutuluyor. Kadın–erkek eşitsizliği, en modern ailelerde bile var olmaya devam ediyor. Ailede egemenlik çatışması toplumsal bir sorun olarak kendisini gösteriyor. Kadın, ailede erkek kadar özgür ve eşit olmadıkça, kadına yapılan haksızlık devam eder. Kadının aile içindeki özgürlüğü kadının kolektif mücadelesine bağlıdır. Ailede kadın sorunu, bütün kadınların ortak sorunudur. Kadınlar; “hak verilmez alınır” felsefesini düşünmek durumundalar. Kadın için aile bir koruma yeri olmaktan çıktıkça, kadının ekonomik bağımsızlığı ona özgüven getiriyor. Ailenin varlığı ekonomik bir gücün sonucu değil, gönüllülük ilkesi üzerinde düşünsel ve ahlaki değerlerle yürüdüğü zaman anlamlı hale gelir. Kadın özgürlüğü, erkek özgürlüğünden daha anlamlıdır. Kadının aile içindeki riski aşılmadıkça, kadın kimliği özgürleşemez. Geçmişten bugüne kadar uzanan bir perspektifle tarihi kurcalayınca, kadına verilen hangi hak varsa, erkeklere verilenden çok ama çok sonra olmuştur. Aynı zamanda kadın bugün neye sahipse, mücadele ederek kazanmıştır.
Aile gerçeği ya da aile kurumu kadının başına örülmüş bir beladır. Bu bela mutlaka aşılmalıdır ki, kadın kendi kimliğinde özgür olabilirsin. Her tarihsel ilerlemede kadın mücadele ederek kazanım sahibi oldu. Kapitalist sistem kadının emeğine ihtiyaç duydukça, çalışma alanı yarattı. Ama kadın emeğine sahip çıkarak mücadelesini sürdürdü. Aile birliği içinde kapitalist sistemin değerleri var oldukça, kadın ezilen durumda olacak. Aile kavramı muhafazakâr ve gerici niteliktedir. Kapitalist sistemde aile birliğini korumak kolay olmuyor. Ailenin sınıflandırma süreçleri, tarihsel geçişlerle ilişkilidir. Tören, seremoni, nikâh ve başka kültürel değerler toplumlara özgü farklı geleneklerdir.
İnsanların özgürce yaşaması, özgürce bir arada olması ve eşitlik temelinde bir ilişki sürdürmesi, yaratması ancak eşit ve adaletli bir toplum yaşamında mümkün. Çağdaş kültürün ya da modern dünyanın aile anlayışı ile ilkel ve geri toplumlardaki geleneksel aile anlayışı farklıdır. Aile kurumunda ileri olanla, geri olan arasında çelişki süreklidir. Bütün bu açıklamalarda ailenin tarihsel gelişimi olarak düşündüğümüz durum kısaca şudur; aile, gelecekte var olmayacak! Aileyi var eden maddi ve manevi koşullar, kendi evrimini tamamlayınca ailede olmayacak. Kadın-erkek ilişkisi daha çağdaş ve özgür olacak. Ve sevgi temelli, gönüllü bir birlikten başka, bir yaşam tarzı olmayacak. İki insanı birbirine aile kurumu değil, sevgi bağlayacak…
Robert Peköz
