AMSTERDAM

Aylar önce Amsterdam’a bir müşteri götürmüşüm. Müşteriyi bıraktıktan sonra birkaç saat şehri gezdim. Gördüğüm tarihi binalardan, başka yönleri çok hoşuma gitmişti. Bu güzel şehre çocuklarımı da götürmek, onlara da tanıtmak istiyordum. Zaman zaman onları nasıl götürebileceğimi düşünüyordum.
Yalnız dikkatinizi çekerim. Bu kıyaslama sevgili Aziz Nesin’in ünlü yüzde altmışlık hesabını çürütecek bir tez değildir. İstisnalar kaideyi bozmaz. En azından ben öyle biliyorum.
Günlerden cumartesi… Durakta müşteri bekliyordum. Merkezden telsizle iş aldım. Şansıma yolcu havaalanına gidiyordu. Yolcuyu bıraktıktan sonra hemen gidip sıraya girdim.
Yaklaşık bir saat sonra sıra bana geldiğinde, üstü başı düzgün biri taksime yanaşarak: “Boş musunuz, beni Amsterdam’a götürebilir misiniz?” dedi.
“Tabii, tabii memnuniyetle. Buyurun geçin efendim,” dedim. Kapıyı kapatıp hemen gaza bastım. Maksadım, bir an önce Amsterdam’a kavuşmak değil; müşteriyi öbür taksicilerin gözünden uzaklaştırıp işi garantiye almaktı. Ben bunları düşünürken adam: “Şoför Bey, kaç para tutar acaba?” diye sordu.
“Yol 250 km’den fazla. 600 mark tutar. Ama siz 550 mark verin, yeter. Oldu mu?”
“Oldu, oldu.”
Yılların tecrübesiyle adamın anlayışlı biri olduğunu hemen anladım. Bende de düşündüğümü gerçekleştirme umudu doğdu. Hemen 200 mark peşin aldım. Kafamda şimşek gibi çakan planımı uygulamayı düşünüyordum. Çünkü ben zorlukları olduğu gibi, güzellikleri de çocuklarım ve eşimle birlikte yaşamak istiyordum. Daha önce tek başıma gezip dolaştığım ve çok beğendiğim Amsterdam’a çocuklarımı da götürüp gezdirmek istiyordum.
Özel arabam olmaması nedeniyle bu isteğimi bir türlü gerçekleştirememiştim. Becerebilirsem elime geçen bu fırsatı iyi değerlendirebilirdim. En tatlı ses tonumla…
“Beyefendi…” dedim.
“Buyurun,” dedi.
“Biraz zamanınız var mı?”
“Niye?”
“Eve uğrayıp pasaportumu almam gerek. -O zamanlar Avrupa ülkelerinde bile sınırda pasaport gerekli oluyordu- Ama siz merak etmeyin. Ben sizin için 50 mark daha düşüreceğim. Olur mu? Pasaportu aldıktan sonra yolumuza devam ederiz.”
“Olur olur, yeteri kadar zamanım var.”
Arabayı eve doğru çevirip sevinçle gaza bastım. Bir taraftan da ‘Ah ulan eşek kafa ah! Hep sana diyorum, bir tane cep telefonu da sen al. Yok pahalıymış… Yok neymiş… Bak işte ne kadar lazım oluyor görüyor musun?’ diye düşünürken, adama dönerek: “Yanınızda cep telefonu var mı acaba?” diye sordum.
“Ne yazık ki evde unutmuşum.”
“Ziyanı yok.”
Bu konuşmadan kısa zaman sonra eve vardık.
“Siz biraz bekleyin ben beş dakika içinde dönüyorum. Hemen geliyorum,” diyerek fişek gibi eve girerek sabahın bu saatinde mışıl mışıl uyuyan çocuklarıma seslendim:
“Kalkın kalkın! Çabucak giyinin gidiyoruz!”
Eşim, “Ne oldu sana, delirdin mi? Bırak da çocuklar yatsın!” diye çıkıştı.
“Canım sevgilim, arabada müşteri var, bizi bekliyor. Fazla zamanımız yok,” diyerek çocuklara birer pantolon ve kazak giydirdim. Hanım da henüz bir yaşındaki bebeğimizi giydirip bezlerini alarak, birlikte hızla dışarı çıktık. Ben kolundan tuttuğum çocuğu taksinin arka koltuğuna yerleştirirken gözleri fal taşı gibi açılmış, dili tutulmuş gibi bir şekilde bana aval aval bakan Alman müşteri:
“Ne oluyor?” diye sordu.
“Ben size biraz sonra anlatırım efendim,” dedim.
O arada kucağında diğer bebekle hanım belirdi. Adam elini başına götürerek:
“Amanım…” dedi.
Hanım yerine oturduktan sonra hemen gaza bastım. Neredesin otoban!.. Ben gaza bastıkça Alman müşteriden terler dökülüyordu. Yalvarırcasına:
“Lütfen çok hızlı gitmeyin. Benim yeteri kadar zamanım var,” diyordu.
“Korkmanıza gerek yok. Ben tecrübeli bir şoförümdür. Al sana bir tane gofret,” diyerek bir ona bir de kendime gofret açtım. Adam sevinerek aldı.
“Teşekkür ederim, teşekkür ederim,” dedi.
İçimden, ‘Bu işi de tatlıya bağladık ya sonu güzel bitse bari’ diye geçirdim.
Bir ara sessizlik oldu. Baktım, adam ne söyleyeceğini bilmiyor.
“Beyefendi…”
“Buyurun.”
“Ne olur bize kızma!” Çocuklarımı ve eşimi çoktandır Amsterdam’a götürüp gezdirmek istiyordum.”
“Ama böyle de olmaz ki!”
“Olur, olur. Bu da sizin bize bir iyiliğiniz olsun,” dedim.
Baktım yavaş yavaş yumuşuyordu. Devam etmeye karar verdim… “Bizim ayrı bir yetişme tarzımız var. Biz birçok şeyi ailenin bir arada kalması için yaparız. Avrupa milletinin yetişme tarzı ve düşüncesi ise farklıdır. Bunda sanırım bencillik büyük rol oynuyor.”
“Sizi biraz anlıyorum galiba. Siz iyi yapıyorsunuz. Ne yazık ki, benim ailem yok. Babam öldü, annem ise yaşlılar yurdunda kalıyor. Ayrıca arabayı biraz daha sakin sürsen iyi olur,” dedi.
“Tamam,” diyerek daha sakinleştim. “Ama bizim büyüklerin çok işi vardır,” dedim.
“Neden?”
“Çünkü bizler kalabalık aileleriz. Yaşlılarımızın çocuk ve torunları çok. Onlarla oynayacak, uğraşacak yeteri kadar zamanları vardır.”
Biz konuşurken ağlayan çocuğun sesine dönen Alman:
“Ağlama bebek, ağlama! Bebeği biraz bana verebilir misiniz?” dedi.
Hanım “Tabii” diyerek çocuğu ona uzattı. Alman çocuğu kucağına alıp ıslık çalarak susturmaya çalıştı. Daha önce verdiğim gofretten küçük bir parçayı parmağıyla ezerek çocuğa tattırdı ve çocuğun ağlaması kesildi.
“Bu nasıl güzel bir çocuk böyle! Ömrü uzun olsun,” dedi.
Baktım, yolcunun keyfine diyecek yok…
“Çocuk sizi sevdi efendim,” dedim.
“Ben de sevdim ufaklığı. Uzun zamandır böyle bir ortamda bulunmadım. Benim için de güzel bir sürpriz oldu. Sağ olun.”
“Size bir kartımı vereyim. Sizin için uygun olan bir tarihte telefon ederseniz sizi evimize yemeğe davet etmek isteriz. Hem bizi daha yakından tanımış olursunuz.”
“Bilmem ki, sizin için uygun olur mu?”
“Olur, olur.”
“İyi, iyi… Bence de çok güzel olur. Bu sıcak ortamı, kalabalığı özlemişim. Dönüşte mutlaka arayacağım. Buyurun siz de kartımı alın,” diyerek uzattığı kartı aldım.
“Gösterdiğiniz güzel anlayış için ayrıca teşekkür ederim. Telefonunuzu bekleyeceğiz, efendim.”
“Sizi bir gün mutlaka arayacağım,” diyerek anlaştık.
Daha nice güzel duyguları paylaşarak konuşa konuşa Schipool Havaalanı’na vardık. Adam aşağı inip geri kalan 300 markı verdikten sonra, fazladan 20 mark verip: “Çocuklara da birer dondurma al,” dedi.
“Benim için bu yolculuk bir sürpriz oldu. Bu günü ömrüm boyunca unutmayacağım,” diyerek yanımızdan ayrıldı.
Ben de paramın tamamını almanın ve iyi bir insanla daha tanışmanın sevinciyle, arabanın yönünü Amsterdam merkezine çevirip yavaş yavaş yoluma devam ettim.
Gün artık bize kalmıştı.
Sırrı Ayhan
