ATİNA GEZİSİ-3

Gözlemlerimi anlatmak için televizyon kanalına çıkmam önemliydi. Çünkü insanlarımızın çoğu okumayı değil, izlemeyi tercih ediyorlardı. Ahmet Güden ile Ayşe Fehimli’nin konuğu olacaktım. Programda “Kıskançlık-Bumerang” adlı kitabımdan söz ettim. Tam hız Antik Yunan filozoflarından söz ederken, teknolojinin gazabına uğradım. Bağlantı kesildi.
Tekrar bağlandığımda konu farklılaşmıştı. Sisifos gibi tanrıların gazabına uğramıştım. Öyleki her programla heyecanım başlardı. Tam doruğa ulaştım derken, yine aşağılara inerdim. Yunan mitolojisinde Sisifos, tanrı Zeus tarafından cezalandırılır. Cezası dağın doruk noktasına bir kayayı taşımaktır. Yalnız daha yarınsındayken kaya aşağı yuvarlanır ve tekrar başlar çıkarmaya.
Ben de tam televizyona alıştım derken, yeni bir teklif gelir. Heyecanım yine başlar. Çoğu zaman ne söyleyeceğimi de unuturum. Sonrasında dağarcığımdaki bilgilere sarılırım. Artık Allah ne verdiyse.
Çünkü ben de Sisifos gibi tanrıların gazabına uğramıştım. Hatta bizdeki tanrılar çok boyutluydu ve özgüvenini yerle bir ederlerdi. Bu tanrıça ve tanrıların adı anne, baba, devlet, komşu, akraba vs idi.
Program bittikten sonra bir gezi turuna katıldık. Gezi rehberi antik Yunan tanrılarını anlatıyordu. Bereketin, Tarımın ve Anne sevgisinin tanrıçası Demeter’i, aşk tanrıçası Afrodit’i, zeka, sanat, barış, ilham ve strateji tanrıçası Athena’yı…
Oğlum Serhat zaman zaman bana tercüme ediyordu. Geziyi ayarlayan da oydu. Hızla Atina’nın dışına çıkıyorduk. Oğlumun sürpriziydi.
Çok güzel bir platoda duruyoruz. Deniz suyundan oluşmuş bir göl var. Uçurumların içinde yemyeşil bir alan. Adeta küçük bir İsviçre maketi gibi.
On dakikalık bir ziyaret oldu. Atika’ya doğru hareket ediyoruz. Rehberimiz usanmadan antik Yunan tanrı ve tanrıçalarından söz etmeye devam ediyordu. Mitolojinin insanın hayal dünyasına çok şey kattığına inanıyorum. İnsanlar bu tür şeylere nasıl inanmışlar diyebilirsiniz. Ama unutmayalımki, o hayaller bizi aya kadar götürmüşlerdir. Bu mitolojiler olmasaydı, Samsatlı Lukianos M.S ikinci yüz yılda aya yapılan yolculuğu yazamazdı. Ki bu Adıyamanlı hemşerimiz, ilk bilim kurgu eseri yazmış biridir.
Bu duygularla Poseidon tapınağını görüyorum. Heyecanım artıyor. Tapınak, üç tarafı denizle çevrili bir tepede kurulmuş.
Hemen yan tarafında da bir yerleşim yeri varmış. Kadınlar eşlerini denize yolcu ederlerken, deniz tanrısı Poseidon’a dua ederlermiş. Ki onun gazaba gelmemesi önemliydi. Denizi harekete geçirip, üzerindeki herkesi denizin dibine yollayabilirdi.
Tepedeyiz. Her yerde insanlar var. Kimi mermer sütunlara bakıyor. Kimisi de oturup gözlerini denize dikmiş…
Milattan sonra beşinci yüz yıldan günümüze kalmış yapıya bakıyorum. Tapınağın yapıldığı yerin itina ile seçildiği belli oluyor. Dikdörtgen biçiminde. 36 sütundan geriye on beş sütun kalmış.
Bin beş yüz yıldan fazla bir zaman…
Nasıl sağlam kalabilir ki…
Depremler, aşınmalar derken, geriye hüzünlü bir görkemlilik kalmış.
Yunan mimarisine hayranlığım artarken, ellerimi o mermer taşlara sürtüyorum. Alın teriyle şekil verilmiş mermer taşlara…
-SON-
Mehmet Söğüt
