İntiharı önlemede Psikoterapi’nin önemi:

Dünya genelinde ölüm nedenlerine bakıldığında intihar vakaları; savaş , doğal afet, açlık, trafik kazaları ve ağır hastalıklardan sonra en çok ölüm nedeni olduğu ortaya çıkmaktadır.
İntihar, yalnızca bireyin hayatını sonlandırması değil; aynı zamanda çevresinde bıraktığı psikolojik, sosyal ve kültürel etkilerle çok boyutlu bir kriz durumudur. Bu karmaşık durumun kökeninde, çoğunlukla derin psikolojik yaralanmalar, bastırılmış travmalar ve çözümlenmemiş içsel çatışmalar bulunmaktadır. Dünya Sağlık Örgütü ve çeşitli araştırma kurumlarının verilerine göre, intihar dünya genelinde ciddi bir halk sağlığı sorunu olup, özellikle genç yaş gruplarında artan oranlarla dikkat çekmektedir. Son dönemlerde Avrupa’da meydana gelen intihar vakalarının bir çoğu gençlerin oluşturduğu ve genellikle göçmen bireyler olduğu görülmektedir. Türkiye’de de benzer bir tablo söz konusu olduğu görülmektedir. Ayrıca genç intiharları aile içi şiddet, düşük eğitim düzeyi, göç gibi sosyo-kültürel etkenlerle ilişkilendirilmektedir. Bireysel, ilişkisel ve toplumsal düzeyde risk faktörlerinin etkileşimiyle ortaya çıkan intihar davranışları, psikiyatrik rahatsızlıklar, sosyal izolasyon, travmatik yaşantılar ve erken dönem çocukluk istismarları ile doğrudan ilişkilidir.

Bu bağlamda psikoterapi, yalnızca semptomları azaltmakla kalmayarak, kişinin içsel parçalanmışlığına anlam kazandıran, travmalarla yüzleşmesini ve yeniden ruhsal bütünlük kazanmasını sağlayan önemli bir müdahale biçimidir. Özellikle dissosiyatif bozukluklar gibi ağır ruhsal rahatsızlıkların eşlik ettiği klinik vakalarda, bireyin kendine zarar verme ve intihar eğilimleri daha sık olduğu görülmektedir. Dissosiyatif bozukluklar çoğunlukla çocukluk döneminde başlayan dışlanma, ihmal, istismar, şiddet veya duygusal yoksunluk gibi kronik travmaların sonucu olarak gelişmekte ve kişinin kimlik bütünlüğünde ciddi yarılmalara neden olmaktadır. Bu bozukluklar, dissosiyatif kimlik bozukluğu, amnezi, derealizasyon ve depersonalizasyon gibi belirtilerle seyretmekte ve genellikle kendine zarar verme davranışlarıyla birlikte görülmektedir. Birey, travmatik yaşantılarını bedeni üzerinden yeniden deneyimleyerek ifade etmeye çalışırken, psikoterapi aracılığıyla bu davranışları anlamlandırma ve dönüştürme şansı yakalayabilir. Çünkü psikoterapi bireyin geçmiş yaşam öyküsündeki olumsuz davranışları ve sonuçlarını üzerinde farklı değerlendirmeler ile kişinin bilinçaltında katarsis(arındırma) yapmaktadır.

Travma temelli dissosiyatif vakalarda kendine zarar verme davranışları, yalnızca bir intihar niyeti olmaksızın duygusal acının somatik ifadesi olarak ortaya çıkmaktadır. Fiziksel acı, ruhsal acıyı geçici olarak bastırmakta, bireyin duygu düzenleme stratejisi haline gelmektedir. Bu tür davranışların temelinde değersizlik duygusu, çaresizlik, öfke, suçluluk ve utanç gibi yoğun duygular yer almakta, aynı zamanda sosyal destek eksikliğiyle birlikte bu davranışlar daha da pekişmektedir. Yapılan çalışmalar dissosiyatif bozukluk tanısı almış bireylerin büyük çoğunluğunun en az bir kez kendine zarar verdiğini ve çok yüksek oranlarda intihar girişiminde bulunduğunu göstermektedir. Dissosiyatif kimlik bozukluğu olan bireylerde, persekütör alterlerin bireyi intihara sürükleyebildiği, kendine zarar vermeye yönlendirdiği ve travmatik geçmişin kontrolü ele geçirdiği gözlemlenmektedir.

Bu karmaşık psikopatoloji içinde, psikoterapi sürecinin temel yapı taşları olan terapötik ittifak ve güvenlik anlaşmaları bireyin sağaltım sürecini olumlu yönde etkilemektedir. Güçlü bir terapötik bağ ile birlikte, danışanın güvenliğini sağlamaya yönelik yapılandırılmış müdahaleler, bireyin içsel kontrol hissini yeniden kazanmasına destek olmaktadır. Bu bağlamda, gevşeme egzersizleri, sosyal sorumluluk bilinci, bilişsel yeniden yapılandırma gibi teknikler, bireyin kendine zarar verme davranışlarını azaltmada etkili olmaktadır. Özellikle (Travma Merkezli Alyans Model Terapi)gibi yaklaşımlar, host kişilikle birlikte alter kişiliklere de erişimi kapsayan bütüncül bir psikoterapi modeli sunmakta ve dissosiyatif yapının içsel entegrasyonunu desteklemektedir. Bu çok katmanlı terapötik karşılıklılık, yalnızca klasik ittifakı aşarak, danışanın tüm yönleriyle ilişki kurmayı hedeflemektedir.

Psikoterapötik müdahalelerle birlikte yürütülen çalışmalarda, iki yıllık çevrimiçi terapi programları gibi uygulamaların kendine zarar verme davranışlarında ciddi azalmalar sağladığı, intihar girişimlerinin ise sıfıra yakınladığı saptanmıştır. Psikoterapi sürecinde bireyin “sağlıklı yanları” ile temasa geçmesi, travmatik deneyimleri işleyebilmesi ve bu deneyimlerin oluşturduğu bozuk algıları yeniden anlamlandırması sağlanmaktadır. Böylece, bireyin yaşamla olan bağının yeniden tesis edilmesi, travmaların nötralize edilmesi ve psikolojik bütünlüğün inşası mümkün hale gelmektedir. Dissosiyatif bozukluklar dışında, depresyon, alkol bağımlılığı, şizofreni ve sınırda kişilik bozukluğu gibi birçok psikiyatrik rahatsızlıkta da intihar riski yüksek olup, özellikle depresyonda görülen umutsuzluk, değersizlik ve ilgi kaybı gibi semptomlar doğrudan intihar düşüncelerini tetikleyebilmektedir.

Psikoterapi süreçlerinde krize müdahale, terapistin danışanı hem akut hem de kronik düzeyde gözlemleyerek travmanın etkilerini azaltmasını ve danışanın aktif katılımını teşvik etmesini gerektirir. Bu süreçte yalnızca terapistin yetkinliği değil, danışanın da sürece olan motivasyonu belirleyici olmaktadır. Krize müdahale psikoterapileri, kısa süreli ve etkili yöntemlerle danışanın işlevselliğini yeniden kazanmasını, kriz durumlarını yönetebilmesini ve intihar davranışlarını önleyebilmesini hedeflemektedir. Psikoterapist, danışanın yaşam öyküsüne duyarlı yaklaşarak, yalnızca davranışsal değil; aynı zamanda duygusal, düşünsel ve somatik düzeyde de onarıcı bir süreç yürütmelidir. Özellikle travma sonrası oluşan dissosiyatif yapılar, nötralize edilmediğinde, kişinin yeniden travmatize olmasına ve intiharı bir çıkış yolu olarak görmesine yol açabilir.

Tüm bu bulgular ve terapötik süreçler ışığında, intiharın yalnızca bireysel bir eylem değil, çok boyutlu ve dönüştürülebilir bir ruhsal kriz olduğu görülmektedir. Psikoterapi ise bu krizin çözümünde en etkili ve insan merkezli yöntemlerden biri olarak öne çıkmaktadır. Özellikle dissosiyatif bozukluklarda uygulanan güvenli, yapılandırılmış ve terapötik karşılıklılık esasına dayalı psikoterapi modelleri, bireyin yalnızca hayatta kalmasını değil, yaşamını anlamlı biçimde sürdürebilmesini de mümkün kılmaktadır.

Halil Kansu

Yararlanan kaynaklar;

Agargun, M .., Kara, H ., Selvi, Y (2003)Dissoyatif bozukluklarda kabus bozukluğunun klinik önemi

Derin, G,,. Öztürk (2020)savaş ve terörizm ( psikotravmatolojik temel teorik bir yaklaşım ( Aydın ve İnsan Toplum Dergisi)

Öztürk, E (2020) Travma ve dissyoyasyon Nobel Tıp kitabevi.

Kıvrıkoğlu F (2020)Bir adli tıp olgusu olarak intiharın psikanalistik bakış açı ile inceleme ( Türkiye bütüncül psikoterapi dergisi)3

Kılıç , F. ,Çoşkun, M, Kaya, H (2017)
Dissyoyatif ve dissyoyatif olmayan bozukluğu olan ergenlerde travma ve disdyoyasyonla ilişkili kendine zarar verme ve intihar girişimi

Helvacı-Çelik F.G(2017) kasıtlı kendine zarar verme davranışı ( psikiyatride Güncel Yaklsşımlar)

Demir,P , Çakın Memik , N kendine zarar verme davranışı ve çocukluk dönemi örselenme yaşatıları ( Üsküdar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi)

Benzer Haberler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu Yazıda Dikkatinizi Çekebilir!
Kapalı
Başa dön tuşu

Reklam Engelleyici Algılandı

Lütfen reklam engelleyiciyi devre dışı bırakarak bizi desteklemeyi düşünün