HAYATIMIN ŞOKLARI VE TRAVMALARI


Kimi sağ sol çatışması diyor, kimi de katliam! Henüz doğmamış bir bebek, on dört yaşındaki bir çocuk ya da seksen yaşındaki bir ihtiyar solcu olabilir mi sorusunun cevabını sizlere bırakıyorum.
Bu durumlar yaşandığında, ben henüz beş yaşımdaydım.
Seksen yaşındaki Cennet Çimen’in gözleri oyulmuş ve yakın köylümüz Ali Tıraş on dört yaşındayken, kaynar kazana atılıp pişirilmişti. Bu hayatımın ilk şoku değil, karabasanı olacaktı adeta.
Her yıl katliam olacak sözleri etrafta uçuşurdu. Annem de kaçmakta zorlanırsa, beni alıp kız kardeşimi bırakacağını söylerdi.
O zamanlar kızlar pek evlattan sayılmazdı.
Böylesi bir ortamda din anlatılmazdı şüphesiz. Çünkü inançları öldürülmelerine sebep oluyordu.
Bildiğim, yakınımızdaki kasabanın farklı olduğuydu. Türkçeyi çat pat öğrenmiştim. Bir gün, o farklı kasabanın çocukları etrafımı sarıp, ‘’Müslüman mısın?’’ diye sormuşlardı. Korkudan, ‘’Evet’’ dediğimde vücudumda birkaç yumruk patlamıştı; ‘’Öyle denmez oğlum. Elhamdulillah denir,’’ denilerek. Peşi sıra, ‘’Ne zamandan beri Müslümansın,’’ diye sormuşlardı. ‘’Anamdan doğduğumdan bu yana,’’ dememle suratıma birkaç tokat daha yemiştim. Ve demişlerdi, ‘’Kalu Bela’dan beri diyeceksin.’’
Farklı olmanın bedel gerektirdiğini anlamıştım belki. Belki de o çocuklar gibi olmak istemişimdir, bilmiyorum. Çünkü hükümran onlardı. Anlatılanlara göre bir köleden farksızdık.
İlkokul öğretmenimiz, İslam’ı ve peygamberini çok iyi anlatırdı. Ona göre Muhammet bir karıncaya bile zarar vermemişti. Daha savaşlar bölümüne gelmemiştik tabii. Ben henüz beş yaşımdayken, sanki Maraş’ta hamile kadınların karnı deşilmemişti. Eğitim dedikleri şeyle mankurtlaşıyordum.
Anımsadığım ve çok etkilendiğim; İslam peygamberin kucağındaki kediyi uyandırmamak için entarisini yırttığıydı. Bir kediyi bile rahatsız etmemek, beni çok etkilemişti. Kafama koymuştum peygamber olacaktım. Çok sevdiğim amcaoğluma anlattığımda, nerede duymuşsa, peygamber olmamın imkânsız olduğunu söylemişti. Üzülmüştüm şüphesiz. Hayatımın bir başka şokuydu bu. Belki de travması.
İyi olabildim mi, bilemiyorum doğrusu. Ama insanlara zarar vermemeye çalıştığımı çok iyi biliyorum. Hayatım boyunca üzerime bir çakı bile almadım. Çünkü insan kutsaldır benim için. Zaman içerisinde bu fikrim sarsılsa da…
Şöyle ki insanla ilgili fikrim Nietzche ile kesişti. İnsanın aşılması gerektiğine inanıyorum. Çünkü var olan değer yargıları, insanı oldukça kirli ve köle bir noktaya getirmiştir. Bu kirliliğin aşılıp üst insan evresine ulaşmak gerektiğine inanıyorum.
Üst insana din aracılığıyla ulaşılamaz. Bunu anladığımda, yaşadığım şok ve bunalımı anlatamam. Peki, güzel bir dünya nasıl yaratılır? Var olan ideolojilerle, bunun mümkün olmadığını da gördük. Lideri için, ‘’Mübarek gözlerini kapatıyor. Bir tarafta kitap okuyor. Bir tarafta telsizle talimat veriyor. Diğer taraftan da yanındakilerle konuşuyor,’’ diye söylev çeken öncünün, çıkarı bitince aksi savunmalara geçtiğini de gördüm. Ve aynı şeylerin Türkeş için anlatıldığını da öğrenmiştim…
Hem ideolojiler için bugüne dek binlerce insan öldürüldü.
O zaman şok olmamak, travma geçirmemek ve acı çekmemek için ne yapmalıyız? Bence doğayı ve doğanın bir parçası olan insanı sevmeliyiz. Sevgimizle evren kadar büyümeliyiz. Büyümek için de insanı, doğayı ve evreni öğrenmeliyiz.
Öyle ki kişileri tanrısal bir mertebeye yükselterek, yalanla ve sahte cennet vaatleriyle dünya güzelleşemiyor. Tek çare var: o da SEVMEK!


Mehmet Söğüt

Benzer Haberler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu Yazıda Dikkatinizi Çekebilir!
Kapalı
Başa dön tuşu

Reklam Engelleyici Algılandı

Lütfen reklam engelleyiciyi devre dışı bırakarak bizi desteklemeyi düşünün