Abdestsiz Çocuklar

Yalnızlık düşünceye dönünce keşfetme yaratıcılığı başlar!’ derler ya, işte öylesine sorgularken hayatı, dünyanın geldiği çekilmez noktanın yalnız ölen insanların bilinmeyen öykülerinden kaynaklandığını sandığında hikâyeler yön değiştirmeye başlıyordu. Değişirken de, her hikâyenin içinde bir destan çıkıyor ve o destanlar boyları küçük, yürekleri büyük, ele avuca sığmayan çocukların ağzından yıllar öncesi söylenmiş bir türkü gibi kentin dört yanına dağılıyordu.
Aslında o, bir başkasıydı diğer anlamda, birçok insanın kendisi olamadığı gibi başı belada, silahını unutmasa da helada herkesin hikâyesini, kirlenmiş masalını, destanını, şiirini, romanını taşıyordu adeta. Tıpkı geldiği yerden gelen diğer çocuklar gibi, bıldırcın gibi dağılıvermişlerdi ülkenin dört yanına. ‘Nuh’un Gemisi’ni’ bekleyen, savaşın olmadığı bir yere gitmeyi düşleyen çocuklardı bunlar. Beklenmedik anlarda gelen korkular yüzünden can havliyle koşan tavşandan farksızdılar. Söylenenlerin tersini yapan, kavga eden, yaşama sipsivri bakanlardan…
Nezih ve nezaketli olmayı unutmuş, her şeyi hiddetle karşılıyor, cılız bedenlerine rağmen kafa tutmaya başladıklarında olmayan göğüslerini ileri çıkarmasını becerenlerden… Belki de çocuk değillerdi, çocukluğunu yaşayamadan büyümenin, büyüklerin cehenneme çevirdiği yaşamada geleceklerini çalanlardan hesap soruyorlardı bir anlamda. Diğer anlamda, adları konmamış birer asiydiler; ‘ferman padişahınsa, sokaklar bizimdir!’ diyenlerden. Üstelik de birer bilgin, birer ermiş, birer kâhin gibi sorguluyorlardı hayatı. Çekilmez hayatlarına rağmen kitap okuyor, o kitapların kahramanı oluyorlardı çoğu zaman. Ondandır ki, küçük bilginlerin ağzında onlarca ciltlik felsefe, şiir ve romana konu olacak büyük laflar çıkıyordu.
Sonunda, nereden geldiği sorgulanmayan bu çocuklar, Musa’yı beklemişlerdi uzun zaman. Öyle ya, denizi ikiye bölen dağları da delerdi büyük ihtimalle. Ve böylece dağlarda yaşayanlara denize, denizde yaşayanlar dağlara dönebilirlerdi. Durum böyle olunca, sadece hayal kurarak yaşıyorlardı. Ve sonra, o güzel düşlerin gerçekleşme şansı azalmaya başlayınca düş kurmaktan vazgeçmişler tabii. Belki de biliyorlardı, ‘önce düşler ölüyordu sonra beden’ ondandır ki bu çocuklar, çocukluklarını alanlardan hesap sormaya devam ediyorlardı.
Ersoy Yıldırım
