HERKES KENDİ SİMURGU OLMALI

Bilgi girişi yoksa çıkışı da olmaz. ‘Coğrafya kaderdir ‘ derken İbni Haldun belli bir hakikate parmak basmış, dikkat buyurmuş muhtemelen. Ortadoğu insanının değişken ruh hali, bilime pek itibar etmeyişi, edilgen bir davranış biçimi sergilemesi yaşadığı coğrafya ile ilgilidir. Yukarı da yazdım, bilgiden bilimden bahsetmek için ilkin onun girişinin olması gerekir.Kimse bilime/bilgiye itibar etmiyor girişinin emaresi yok sonra kalkıp hakikatten bahsetmesi pek gerçekçi değildir…denilir ki, haçlı seferlerinde o coğrafya’da kayda değer çok bilgi,çok kitap götürülmüş Avrupa’ya. Bir tartışma esnasında bir İslam bilgini bunları sormuş Avrupalı düşünüre, Avrupalı düşünür, ‘ doğrudur çok şey getirilmiş olabilir, ya da siz çok bilgiye/kitaba sahip olmuş olabilirsiniz. Sizde bilim itibar görmedi. ‘ Bilim/bilgi itibar gördüğü yerde değer alır’ demiş. Soru sorma, sorgulama,eleştirel yaklaşma pek taban bulmadı o topraklarda. Ondandır itiraz yönü değil, itaat yönü gelişkin insanların. Gelişme dediğimizde bu itiraz yönü gelişmiş insanlar sayesindendir. Kız yeğenim Almanya’da 2nci sınıfa gidiyor bu yıl okulların başlamasında sınıf başkanlığına aday oluyor fazla oy almadığı için seçilemedi. ‘Kazansaydım sınıfımızın bazı prablemleri var onları çözerdik . Ama arkadaşlarıma söylerim onlar da öğretmene söyler çözeriz’dedi. Sonrasında sordu sizin zamanınızda da sınıf başkanlığı var mıydı? ‘. Babası,’ vardı’ dedi. İkinci soru geldi, ‘ siz ne yapıyordunuz’ babası dedi ki, ‘ biz de bir şey
yasaklamak için vardı sınıf başkanlığı’ . Yeğenim güldü, aklı almadı nasıl olur diye… Sonrasında düşündüm valla doğru, her yerde var mıydı , bilemiyorum. Bizim zamanımızda kıytırık bir kayma başkanlığı vardı, kış gelmiş kar beyaz örtüsünü her yere sermiş. Köy çocuğusun kaymayıp ne yapacaksın. Hani öyle herkesin kızağı da yok. Kızak dediğim bazılarımızın babası yapıyordu. Olmayanlar da bildiğimiz bidonları ortasında kesip kayıyorduk. Haftasonu iki günlük tatile giriyorsun diye sevinirken birden ismin okunuyor, tahtaya…Niye kaydın, yasaktı. Bir de kirmancki/zazaca konuşanları öğretmenlere jurnalleyen gizli başkanlar olurdu. Cuma günü gelmiş için içine sığmıyor, tatil eve gideceksin. Hop tahtaya, niye anadilinden konuştun. Okuyuculardan özür dileyerek, ‘ ulan olan bir şeyi kullanmıyorsak ne b.ka diye var o zaman. Kar varsa kayanlar da olacak bunun yasağının manası ne. İnsan doğarken anadilini mi seçiyor. Mutlaka bir sonrasında niye konuştun demek akıllara ziyan bir soru değil mi? Almanya’da yaşayan birine bunu anlatmak hikaye gibi geliyor… Aklın sınırlarını zorlayan şeyler…Çünkü öğretmen demişse haklıdır. Eve gidersin büyüklerin her konuştuğu doğru, asker de çavuş… Toplumdaki hiyerarşik kodlama böyle işlediğinden soru sormak,sorgulamak tehlikelidir…Ondandır soru soranlar o topraklarda hoş görülmez… Feridun Attar’ın deyimiyle, ‘Cahillerin mutluluğu unutmaktır’…
Kusura kalmayın farklı konular yazıyorum, bazen içiçe, bazen ayrı gibi duruyor …Babam emekli olmuş,üretimden ayrı kalınca bir meşgalede yok gün yirmidört saat geçmek bilmiyor. Bahsini ettiğim yeğenimin babası yani kardeşim 1997 veya 1998 lerde Almanya’da Üniversite öğrencisidir. Annam 1994’te hakka yürümüş, dolayısıyla babam ile beraber yaşıyor kardeşim. Babam o zamanlar daha yeni emekli olmuş. Diğer yaşıtları gibi Almanya’da 40 yılını doldurmuşlar ama Almanya’da yaşamıyor gibiler. Köyden çıkmışlar ama köy onların aklında,hayatında, düşüncesinde… Zaman geçmiyor babam için arkadaşlarını çağırıp kağıt oynuyorlar. İki göz oda. Yatak odası babamın. Oturma odasında kardeşim hem yatıyor, hem de her gün 40 km Üniversiteye gidip geliyor. Gelince bir de ders çalışması gerekir. Şimdiki gibi bilgisayardan çalışmak çok yaygın değil. Yemek masasını üzerinde kitapları,defterleri yığılı… Babamın arkadaşları gelince,’haydi kaldır amcalarınla kağıt oynayacağız’ deyip kitaplarını kaldırmasını söylüyor.Uzun zaman ses çıkarmıyor kardeşim. Sussa ona yazık, konuşsa amcalara…her gün böyle olunca bir yerden sonra kardeşim patlıyor kardeşim . Konuşsa da,babam ‘ amcaların kadar mı biliyorsun’ der susturmaya çalışır. Patlar sonunda,’ ilkokulu dahi zar zor okumuşsunuz. Kitap,gazete okuma hak getire. Yaşadığınız şehri sorsam bilmezsiniz. Bu derin bilginiz nerden geliyor, söyler misiniz? Ben Üniversite’ye gidiyorum ders çalışmam lazım. Geleceğim söz konusu bunu hiç düşünmüyorsunuz. Kağıdı başka zamanda oynayabilir siniz? Ama ben ders vermeyince zaman benim için uzuyor. Konuşunca amcalar biliyor deyip susturmak istiyor babam. Bunu yazmak zorundayım. Kadın arkadaşlarımdan özür dileyerek…’ Amcalarda taşak varsa,bende de var’ deyince tabi babam, ‘ vay terbiyesiz’ der. Amcanın biri anlayışlı…’Vallahi genç doğru diyor. Bizim bu gençlere yardımcı olmamaz gerekirken bir de gelip engel oluyoruz’ der. Kardeşimden özür diler. O amca Almanya’da araba ehliyeti yapmış ender yaşlı kuşaktandı. Ehliyet alınca dahi en azından hak hukuk,öncellik gibi şeyler siz de gelişir. Ehliyet sahibi olması o amca’yı kısmen demokrat yapabilmişti…
Düşünüyorum da herkes kendinin simurg/anka kuşu olmadıkça gelişmez. Bir bilgi açlığını hissedip alacak. Bir bilgi girişi olacak ki sonrasında çıkışı olsun. Bu hayatında bir kuralıdır. Bir şeyin girdisi yoksa çıktısı da olmaz. Sunması içinde ona vakıf olması lazım…
Çoğunuz bilirsiniz Simurg/zümrüd-ü anka kuşunun efsanesini…Rivayet olunur ki, Simurg kuşların hükümdarıdır. Bilgi ağacının dallarında yaşar ve her şeyi bilirmiş. Bu bilgi ağacı da kaf dağının ta ardındaymış. Simurgun gözyaşları şifalıdır, yanarak kül olur ölür ve tekrardan kendi küllerinden doğarmış…Kuşlar Simurga inanırmış. Onun kendilerini kurtaracağını düşünürlermiş. Çoğu şey ters gitmiş Simurg gelip onları kurtaracak diye bekleyip durmuşlar uzun zaman. Simurg bir türlü gelememiş, kuşkulanmışlar. Derken bir kuş sürüsü Simurgun kanadından bir tüy bulmuşlar. Ve Simurg’u bulmak için yollara düşmüşler…
Ancak Simurg’un yuvası Kaf Dağının ardında olduğundan uzun bir yolculuk gerektiriyormuş.Her şeyden evveli yedi dipsiz vadiyi geçmeleri gerekiyormuş. Bu vadiler sırasıyla; Nefs, Aşk,Cehalet,İnançsızlık,Yalnızlık,Dedikodu, ve ben vadileriymiş. Git git bayağı bir gitmişler. Kimi yorulmuş, kimi vadilerin sihrine kapılmış,kimi bu uzun yola gitmenin akıl işi olmadığını söylemiş, her geçtikleri vadide kayıplar vererek,azlarak yol almışlardır. En son vadiyi geçip kaf dağına vardıklarında geriye otuz kuş kalmış. Sonunda işin sırrını öğrenmişler. Farsça’da ‘si’ ‘otuz’ demektir…murg ise, kuş. Yani otuz kuş demekmiş. Anlamışlarki onların her biri simurgmuş zaten. Ve anlarlar ki,aradıkları kuşların hükümdarı kendileridir. Gerçek yolculuk zaten kendine yapılan yolculuktur…
Kendini geliştiren, kafa yoran ,soru soran insan öğrenmenin daimi yolcusudur. Bir şeyi öğretmenin öğrenmekten geçtiğini bilir öğrenci olanlar. Aydınlanmadan aydınlatamaz gerçeğini iyi bilir…Simurgu beklemek yerine herkes kendi simurgu olmalı, kendi küllerinden doğmalı insan. En muhimi de Simurg olmayı göze almaktır. Göze almadıkça kendi tüneğinden/çemberinden kurtulamaz insan…Kendi yeryüzüne bir şey ekmek için simurg olup gökyüzüne korkusuzca uçmak gerekir. Farsçası Simurg, Türkçesi Zümrüdü Anka Almancası Phönix olsa da kendi küllerinden doğan kuştur o. Ve her şey değer gördüğü yerde itibarlıdır, unutmayalım. Kurtarıcı beklemektense yola düşmek daha doğru olanı.Kısa tutuyorum uzuna sayın.
Sevgilerle…


Akman Gedik

Görsel:Ali Rıza Duru

Benzer Haberler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu Yazıda Dikkatinizi Çekebilir!
Kapalı
Başa dön tuşu

Reklam Engelleyici Algılandı

Lütfen reklam engelleyiciyi devre dışı bırakarak bizi desteklemeyi düşünün