BİR A. KADİR KONUK GEÇTİ BU DÜNYADAN

İlk onu yazılarıyla tanıdım. Onda hayatın her tonu vardı; acı, sevinç, ağlamak ve gülmek gibi. Hayatı tam bir romandı işte, daha ne diyeyim size.
O gazetede yazarken, bir gün edebiyat dergisi çıkaracağını duyurmuştu. Adı da “Bizim Dergi” olacaktı. Bu duyuruyu okuduktan sonra, ilk işim gazeteyi aramak olmuştu. Artık A. Kadir Konuk’un telefon numarasını biliyordum.
Heyecanla telefon kabinine gitmiştim. Davudi bir sesi vardı. Onunla konuşurken de heyecanım tavan yapmıştı. O zamanlar yazarlar gözümde birer tanrı gibiydiler. Tabii yazarlar yaratıcıydı. Yani tanrısal bir yanları vardı şüphesiz.
Deneme, şiir ve öykülerimi yollamak için adresini aldım. Derginin çıkmasını dört gözle bekledim. Elime ulaştığında, bana ait ürünlere de yer verilmişti.
Her ay bir ya da birkaç ürünümü dergide görmek, benim için sevindirici bir durumdu. Derken Kadir hocayla ilişkim gelişmeye başladı.
Bende olmayan kitaplarını istedim. Mizah öyküleri hoşuma gitmişti.
Bu arada sık sık görüşüyorduk. Bir gün “Bizim Dergi” yazarlarıyla kamp düzenleyeceğini söylemişti.
Kampa halamın oğluyla gidecektim. Halamın oğlunu aradım. Kabul etti. Kamp yerine vardığımızda karanlık çökmek üzereydi. Ben onu yaşlanmış birisi olarak bekliyordum. Yalnız o son derece atletik biriydi. Ateşin etrafında toplandık. Sazlı sözlü bir geceydi. Bana Kürtçe şarkı söylettiler. Kadir hoca da davudi sesiyle şarkı söylemişti.
Sanırım kampta üç gün kaldık. Orada Şair Akmak Gedik’i ve Ali Kızılgedik’i tanımıştım. Her ikisiyle dostluğumuz hala devam etmektedir. Akman Gedik, o günden bugüne dek şiirini çok geliştirdi.
Sonrasında Köln’de bir düğüne gençlerle birlikte gitmiştim. Hoş, o zamanlar ben de gençtim. Velhasıl Kadir hocayı görmek istiyorlardı. Ben de, “Arkadaş arkadaşın alnını yıldızlara değdirmeliydi,” inancıyla hocayı övdükçe övüyordum.
Düğün bittikten sonra, Bethofın Schtrasse’deki Kadir hocanın çalıştırdığı küçük restorana gittik. İçeriye girdiğimizde, hoca bir kadının avuç içi falına bakıyordu. Dönüp yüzüme bakmadı bile. Zil zurna sarhoş olduğu her halinden belliydi. Hoca içince de bambaşka biri oluverirdi.
Döndüğünde, “Seni tanımıyorum,”dedi.
“Hocam kampta birlikteydik. Hem gelip bizim evde de kaldın.”
Hoca, Nuh dedi peygamber demedi. Hakkımda hayali şeyler uydurdu. “Bu adam aylarca sokaklarda yatıp kalktı,” dediğinde rahatladım. Çünkü öyle bir şey yaşamadığımı herkes biliyordu.
Sonunda baklayı ağzından çıkardı. Gazetede çıkan son yazımı üstüne almış. Durumu anlattım. Bu kez de beni övmeye başladı.
Anlayacağınız A. Kadir Konuk renkli ve özgün bir kişilikti. Ölmeden önce birkaç kez telefon aracılığıyla kendisiyle konuştum. Her aradığımda, “Mehmet’im ne zaman geleceksin,” diye sorardı. Artık geleceğim demem onu inandırmıyordu. Son görüşmelerimizde artık bilinci gidip geliyordu. En sonunda kimseyi tanımadığını duydum. İşkencelerden geçmişti. İpin ucundan dönmüştü. Ailesi paramparça olmuştu. Ya okuyucuları…
Onlar da hocaya ilgisizdi. Evet, seveni çoktu. Fakat yalnızca seviyorlardı, o kadar. Hocanın ruh hali, ekonomik durumu kimin umudundaydı ki…
Öldüğünde yalnızdı. Okuyucuları, yoldaşları, uğruna ölümlere gittiği işçi sınıfı yoktu.
Ölüm haberi, beni derinden sarstı. Bu dünyadan benzersiz maceralarıyla, A. Kadir Konuk da göçüp gitmişti; öfkesiyle, küskünlükleriyle, kırgınlıklarıyla…
Katkıların ötürü de ona minnettarım!
Mehmet Söğüt
Sırra Karışan Sürgün adlı kitapta yayınlanmıştır…

Benzer Haberler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu Yazıda Dikkatinizi Çekebilir!
Kapalı
Başa dön tuşu

Reklam Engelleyici Algılandı

Lütfen reklam engelleyiciyi devre dışı bırakarak bizi desteklemeyi düşünün