NO:2227

Katliam naraları atıldığı dönemde, henüz bıyıkları yeni terlemiş, saçları her daim limonlu ve kendine iki beden büyük pardesüsüyle önce alelacele Araz’da bir gemide, oradan da bir kamyonun dorsasında 3 gece 3 gün yol gitmişler. Prag’ın 45 km güneyinde eski bir İngiliz askeri kışlası olan bir kampta aynı odaya vermişlerdi bizi. İkimiz de yemek konusunda sağlık bakanlığından özel bir rapor alarak hem de. Zira ikimiz de kendi pişirmediğimiz yemeklerin dışındakileri yiyemediğimizden, benimkisi bir seçim, onunkisi psikolojik bir hal iken…
Bir gün dolma, iki gün dolma, haftalar oldu, aylar geçti yine dolma… Merakımdan dayanamayıp bir gün sordum, ‘Yahu dolmadan başka yapabilecek yemek bilmez misin? Acaba çok sevdiğinden her gün yemek mi istiyorsun bu zıq…. kökünü?’ diye. Ha bir de dolma dediğime kanmayın, dolma demeye bir çuval şahit gerek. Yorgun bir suratla ‘ikisi de değil’ demez mi. Gel zaman, geç zaman yine tabaktan çatalladığı dolmaları yer iken üşüştüm kafasına; ‘Güzel kardeşim, bir gün de yahni yapıver. Bak sizin İçli Perde Pilavınız meşhurmuş, insan bir gün de Arapaşı çorbasını özlemez mi?’
Tuttu ellerimi, aldı avuçlarına, ‘Otur bakalım babalık yanıma’, dedi.
Dediğini sessizce yaptım, oturdum tiftikten örtülmüş karyolanın üzerine. Yanaştı yamacıma ve bezgin bir solukla;
“Sen belki her gün dolma yediğimi görüyor ve düşünüyorsun. Doğru. Sana göre her gün usanmadan dolma yiyiyorum. Ancak, her gün farklı bir tatla yapıp yemeğe çalışıyorum. Her gün bambaşka, apayrı bir tat… Bir ay boyunca dolma yaparım ama her gün farklı bir tatla yaparım. Üçyüzaltmışbeş gün boyunca yap desen, yaparım ama her gününkü diğerinden farklı olur, oluyor da…
Bu derin denklemin içerisinde boğulurken, peki ‘Neden?’ diye sordum. Neden dolma? Neden Fasulye Pilakisi değil de sadece dolma?
Bu sefer yüzünde beliren kırılgan bir gülümsemeyle “Annem” için dedi. Annem, son akşam yemeğimizde şöyle en kralından, zırhlanmış eti bol, sarımsaklı sümaklı, on numara beş yıldız acılı bir dolma yapmıştı bizlere. Korkunun gölgesinde o akşam yer sofrasında huzur ile yemiştik afiyetle. Tadı damakta iken yağdı bombalar üzerimize. Bir ben ile aylarca hastanede mücadele veren kardeşim kalmıştık. Geriye kalan herkes, her şey öldü o gece… Yüzlerinin resimlerini bile bu acıyla unutuyorum giderek. Kokusunu… Renklerini… Annemin güzel ellerinin lezettinden her daim ziyafetler verdiği o muhteşem yemeklerinin tatlarını da unutuyorum. Giderek herşeyi unutuyorum abi! En son bu kalmış işte damağımda. Annemin son dolmaları… Zaten her gün dolma yediğime bakma, hergün ayrı bir şekilde o gecenin dolmasının tatlarını arıyorum. Bulamıyorum abi! Bazen kekik koyuyorum, bazen kuş üzümünden az yulaflı. Bir gün taze sarmısağını bol koyuyorum, öteki gün şiresini, yağını… Deniyorum ve arıyorum annemin yemeklerinin tatlarını. Yok abi, yok! Bulamadım henüz o anı, o acılarımı ve ardında bıraktığı efkarlı ham tadını. Yok işte abi, yok!
Soğudum eritilmiş kurşundan bir heykel gibi yerimde. Üzerimden sert bir rüzgar geçti. İrkildim. Sarıldım yine de şefkat isteyen zalim kadere. Dedim ki oğlana, ‘Evladım! Bulabilirsen, bana da tattır. Emi?’
Yaşar AKSU | No:2227
