ALEVİLER  VAR (MI) DIR !

     “Aleviler Vardır” Dr. Hüseyin Demirtaş’ın kitabının ismidir.

Esasında tabiat’ta yer almış , var olmuş bir şeye vardır demek belki eşyanın tabiatına aykırıdır. Hani şöyle de denilebilinir: “Şüpheniz mi vardır? Elbette ki Aleviler vardır.” Vardır var olmasına ama, asırlardır ”görünmezden gelinen, ya da daimî olarak hizaya getirilmek istenen” bir inanç topluluğuna dair söyleyeceklerini kitaplaştırmış Sayın Demirtaş. Kitap, Nika Yayınevi’nden 2019 yılında çıkmıştır; dört bölümden oluşmakta. 514 sayfalık, çok yönlü, okunası bir kitap oluğunu söylemeliyim. Burada yazdıklarım, asla kitabın tanıtım yazısı değildir. Okuduktan sonra anladıklarımı naçizane siz dostlarla paylaşma isteği olarak kabul edin. Paylaşmak güzelliktir, buna inanlardan oldum zaman.

     Kitabı okurken haklı olarak bin yıllara yayılan daimî bir asimilasyon süreci ile karşı karşıya olduğunuzu şaşırarak okuyorsunuz. Demirtaş, Kütahya- Emet doğumlu.  Esasında “Işıklar” olan köyünün ismi her ne hikmetse “ Şeyhler” olarak değiştirilmiş. Köyün yaşlılarının hafızasında “Şeyhler” bir şey çağrıştırmıyor. Belde  Işık Çakır Ocağı’na bağlı bir köymüş.İsim değiştirmek de bir tür asimilasyondur. Çünkü isim değiştirmek bir topluluğun geçmişiyle bağını kesmektir. Malumunuz, Alevilerin tarihteki önemli isimlendirmelerinden biri de Işık Taifesi’dir, yani Işıkçılar.Yazar esasında kendi hikayesinden yola çıkarak, özelde Ege’de yaşayan Alevileri inceliyor. Ama Kitabın birinci bölümünü daha çok  Ege Alevilerine ayırsa da genel manada anlattığı Alevilerdir. Alevilik üzerindeki asimilasyoncu, tekçi zihniyeti mercek altına alıyor. Dışarıdan gelen baskıları bir derceye kadar anlıyor ama içeriden, yani Alevilerin de kendi gerçekliğine yeteri kadar önem vermediğini, asimilasyona açık kapı araladığını satır aralarında  üflüyor kulaklara. Kitabın önsözünde şöyle diyor :

 “Bilindiği gibi insanlar kimlikleriyle var olurlar. Bir insanın bir değil pek çok kimliği vardır. Bu kimliklerin kimi doğuştan kimi de daha sonra sosyalleşme yoluyla aile, okul ve toplum içinde eğitim öğretimle, terbiyeyle kazanılır. Alevilik her ne kadar doğuştan kazanılan bir kimlikse de, son yüzyılda bazıları bu kimliğe gereken önemi vermiyor; sahip çıkmıyor, hatta sahip çıkanlara da burun kıvırıyor”.

   Doğulu Toplumların önemli özelliklerinden biri de, hazır algı paketlerinin olmasıdır. Bir başka kişi,toplum, inanç ya da etnik bir topluluk hakkında düşüncelerini ya hazır algı paketleri ya da hazır toplumsal kanaatler üzerinden bakarak seçer. Aleviler denilince genelde ilk akla gelen; demokrat, ilerici, yenilikçi olmalarıdır. Ezilenin yanında, sömürenin karşısındadır. Hep “sol” partilere oy verirler. Seküler yaşamı benimsemişlerdir. Okumaya büyük önem atfederler.  Muhtemelen büyük çoğunluğu böyledir. (Aleviler hakkındaki olumsuz önyargıları buraya yazmayalım şimdilik.) Ama Sayın Demirtaş haklı olarak buna itiraz ediyor. Kendi köyünden, beldesinden yola çıkarak neden itiraz ettiğini açıklıyor bize. Kütahya’da yirmiye yakın alevi köyünün bulunduğunu, kendi beldesi içinse bu tanımlamanın geçersiz  olduğunu söylüyor. 1930’lara kadar tahminen yüze yakın Alevi yerleşkesinden bahsedilirken, günümüzde bu sayının otuzlara hatta yirmilere nasıl düştüğünü detaylarıyla açıklıyor. Kendi beldesinde kızların ilkokuldan sonra pek okutulmadığını, belde halkı arasında ortaokula, Liseye gidenlerin oranın Sunni köylerinden daha geride olduğunu yazıyor. Elli yıl aradan sonra köyde çıkan ikinci öğretmen olduğunu belirtiyor. (Bir ara kendi köyüm aklıma geldi. Günümüz itibariyle abartısız şu an için kırkın üzerinde üniversite mezunu; onlarca öğretmen, doktor, hemşire çıkarmış. Daha batıda olan bir yerde,insan doğal olarak daha değişik bir sonuç bekliyor). Gerek beldede gerekse  yurt dışında yaşayan köylülerinin bir sürü imkan olmasına karşın kızlarının meslek eğitimine, ya da yüksek okula gitmelerine nasıl mâni olunduklarını  anlatıyor. Yine diğer Alevilerin aksine kendi beldelerinde yaşayanların genelde “sağ” partilere oy verdiğini de dile getiriyor. Belde halkının seçimlerde pragmatik davrandığını, hep sağ partileri tercih ettiğini ilerleyen sayfalarda açıklıyor. Kütahya Alevilerinin yurt dışında dahi korku iklimini üzerinden atamadığını Alevi Derneklerine neden uzak kaldıklarını, bir gün olsun dahi kapısından geçmediklerini iç geçirerek okuyorsunuz. Peyderpey kendi kimliklerinden uzaklaştıklarını algılıyor, dolayısıyla da giderek kendi inanç kimliklerini küçümseyen davranış biçimlerine rastlanıldığını da hissediyorsunuz.

   Yazarın kendi beldesinin “Işıklar” olan orijinal isminin nasıl “Şeyhler”e evrildiğini ibretle okuyorsunuz. Bu beldenin hikâyesi dahi asimilasyonun nasıl yıkıcı olduğunu gözler önüne seriyor. Bu beldenin insanları yoğun asimilasyon sürecinden sonra doğal olarak bir “inanç erezyonu” bir “kimlik krizi” yaşıyorlar. Birinci bölümde yazar buna çok değiniyor. Kendi kimliklerini sakladıklarını, hatta yer yer kendi inanç kimliklerinden “eziklik” duyduklarını, zamanla camiye gittiklerini, Sunnilerin yaptıkları ibadetleri ifa etiklerini anlatıyor :

   “ Alevi olduğunu öğrendiğinde bu kişi tanıdığının, tüm Sunni ibadetleri yerine getirdiğini görünce şaşırıp kalıyor: ‘ Bunlar nasıl Alevi?’ diye kendine soramadan edemiyor:  Alevidir denildiğinde, ‘Sen yanlış biliyorsun. Onlar Alevi değil. Öyle olsalar camiye gelmezler!diyor (sf.23)

    Bir de Almanya’da yaşayan Şeyhlerliler arasında Haca gitme “modası” başlamış. Geçmişte kendi inançlarının serçeşmesi olarak gördükleri Hacı Bektaş’a giden pek yokmuş. Hac dönüşünde toplumda “saygınlık“ kazanma gibi bir dert edinmiş olabilirler. Yurt dışında emekli olan belde insanlarının ev ile cami arasında nasıl mekik dokuduklarını, Süleymancılardan tutun Milli Görüş ve benzeri tarikatlardan epey bir Kütahyalı Alevinin olduğunu esefle okuyorsunuz. Bu arada Yazar Sayın Hüseyin Demirtaş’ında zamanında tarikat okullarında okuduğunu, Üniversitede dahi onlarla iç içe olduğunu kendisi zaten yazıyor. İşin bu kısmını tamamen “yoksulluk” ile açıklamak bana pek gerçekçi gelmiyor. Asimilasyona açık kapı bırakılınca arkası çorap söküğü gibi geliyor zaten. Siz ödün verdiğinizde sizden istenilenle yetinilmeyecektir. Daima daha fazlası istenecektir, bu hatırda tutulsun. Ve yazar haklı olarak asimilasyona gönüllü olanlar için, “müstakbel Sunni” deyimini kullanıyor.

    Daha ayrıntılı şeyler de yazıyor Sayın Demirtaş. Alevileri Sunnileştirmeyi hedefleyen insanların nasıl koşturduklarını yazıyor, hatta çoğu yerde Alevilerin eşleri kara çarşafa girmiş olduğunu da . “Tarikatların gönüllü elemanları gibi çalışıyorlar,” diyor( S.24.) Kimilerinde ise bir kimlik erezyonu yaşanıyor. Bu çift (dual) kimlik taşıyan insanlar kapalı kapılar ardında kısmen Aleviliğini hatırlasalar da aleni ortamlarda kraldan daha kral, Sunniden daha Sunni gibi davrananların azımsanmayacak sayıda bir kitle oluşturduğundan bahsediyor. D Yüz on Alevi yerleşkesinin  elli bilemediniz altmış yıl içinde nasıl eriyip gittiğini düşünün. Buharlaştılar mı? Elbette hayır. İnançlarında bir eksen kayması olmuş da ondan. Beldenin Işıklar olan ismi nasıl Şeyler yapıldı varın bi düşünün. 

    Hızlı Sunnileşince hızını alamayıp kendileri gibi davranmayan Alevileri de -büyük çoğunluğun baktığı gibi- hakir görmekte, yanlış yolda olduklarını çekinmeden belirtmekteler. Alevilerin inançlarını kalbinde taşıdıklarını, simge mekânlara pek sığınmadıklarını hepimiz biliriz. Genel manada tüm Alevilerde yapılan gizli cem ayinlerinin bir zamanlar beldede bir  yapıldığını da hatırlatıyor bize. Fakat bazı işgüzârların  günümüzde bırakın cemevi yapmayı, Sünniden daha Sunni  davranarak Alevi köylerine nasıl cami yaptırdıkklarını da esefle okuyorsunuz. Yani bu kadar “gönüllü” asimile olmaya da “çüş” diyorsunuz içinizden…

    Topyekün saldırı ve hegemonik asimilasyon gücüne karşı direnç gösterebilecek, bu müdahaleleri püskürtebilecek kurumlara acilen ihtiyaç olduğunu, Aleviliğin kendini üreterek, var ederek, direnerek var edebileceğininin altını çiziyor Sayın Demirtaş. Bu kapalı devre yaşamdan daha görünür olmanın, alana çıkmanın zaruretinden, zorunluluğundan önemle bahsediyor. Esasında Aleviliğinden uzaklaşmış her bir alevinin, subjektif olarak Aleviliğe zarar verdiğini  belirtiyor haklı olarak. Asimilasyon aşamasında yığınla Alevi var. Eskiden daha çok kırsalda yaşayan bu inanç topluluğu artık kentlerde. İnancının doğal seyri kısmen değişti. Musahiplik neredeyse bitme noktasında. Otantik kırsal inancı kent kültürüne uyarlamak  başta Alevi kurumlarının, yol önderlerinin, pirlerinin işidir.  

  “Özellikle Batı Anadolu’da Alevileri için asıl tehlike devletten, hükümetten ve Sunni toplumdan çok içlerinde bizzat içselleştirdikleri Sunni yönelişinden kaynaklanıyor. Adeta Alevi kimliklerini kendi elleriyle öldürmeye çalışıyorlar: Alevilik onlar için neredeyse gittikçe ağırlaşmasından dolayı taşınması zorlaşan bir yük gibi “…(S.59)

   Hem oralı hem buralı olunmaz diyor yazar.

    “ Kütahya ve Batı Anadolu Alevilerindeki bu yoğun kimlik kayması esasında aşırı ilgisizlikten kaynaklanıyor gibi görünüyor. Çoğunluğu oluşturan Doğu ve Orta Anadolu Alevileri yüzlerini batıdaki kardeşlerine döndürülerse, eminim bu makûs talih yenilecektir-“ (S.89)

   “Alevilerin kendinden kaynaklı içsel asimilasyon olgusunun görmezden gelemeyiz,” diyor haklı olarak. 

    Yazarın önermelerini buraya alıyoruz ve siz değerli okuyuculara bırakıyoruz.  Bu kısa yazı elbette kitabı tamamıyle anlatamaz. İyisi mi alıp okuyun.

    Nihayetinde Pir Sultan’ın dediği gibi : “ikrar birdir iki yere verilmez.”

   İnsanların rengi, inancı, etnik kimliği nedeniyle ötekileştirilmediği bir dünya umuduyla…

Akman Gedik

Benzer Haberler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu

Reklam Engelleyici Algılandı

Lütfen reklam engelleyiciyi devre dışı bırakarak bizi desteklemeyi düşünün