ZİYARETLER KADİM KÜLTÜRLERİN İZLERİ

-Batı Fırat topluluklarının inanç hafızasına bir bakış.-
(İrfan Karaoğlan)
Burada söz konusu edeceğimiz Ziyaretler, Erzincan-Kemah yöresinden güneye yönelen Fırat‘ın, batı yakasındakilerdir. Daha önceki yerleşikler, 9. ve 10. yüzyıllarda bölgeye gelen yeni topluluklarla birlikte bir toplumsal öbek oluşturmuşlar ve bu alanda, -Batı Fırat- belli özellikleri olan bu yeni bir toplumsal grubun kendisini devam ettirdiğinin vurgulanması gerekir.
Birinci Dünya Savaşı sonrası oluşturulan sınırlar nedeniyle, kuzeyde bulunan cemaatlerin bağları, daha güneydeki, Halep, Hama, Aşağı Fırat civarındaki diğer cemaatlerle kopmaya yüz tutmuştur. Yüz yıllık sınır yasağı ile öncesi zorunlu iskânlar nedeniyle zayıflayan bağlar, toplulukların hafızasında unutkanlığa neden olmuştur. Ağırlıkla Batı Fırat bölgesinde yerleşik cemaatler, etnik kökenleri farklı olmakla birlikte, inanç bakımından aynılık gösteren ciddi bir nüfus oluşturur. Hatta bu inanç grubunun Anadolu’daki ana gövdesidir demekte bir sakınca yoktur.
MÖ.800’li yıllara tarihlenen Hitit tanrıça figürü. Levent Köyünün batı girişinde. Eylül 2024 Foto.1
Fırat Nehri’nin batısı ile Torosların güneyi ile kuzeyinde yaşayan cemaatlerin inançlarında önemli yere sahip ZİYARETLER ile bu kült alanda gerçekleştirilen ritüelleri, bölgenin kadim kültürlerinin devamı gibi görülebilir. Ünlü dilbilimci Afif Erzen, Yunanca Tauros (Boğa) sözcüğünün, Asur dilindeki Tunni’den türetildiğini, bununla Asurluların bu dağlara „Gümüş dağları“ adını verdiklerini açıklamıştır. (Bkz. Pers egemenliğinin sonuna kadar Kilikya. S.I. Leipzig 1940) Antik dönem uygarlıklarının mitolojileriyle ortak özelliklere sahip oluşu; yani o günün dünyasının inançsal kabulleriyle, günümüzde Batı Fırat ile doğusunda yerleşik cemaatlerin, bugünkü kabulleriyle ortak yanlarına, benzerliklerine dikkat çekmek gerekir.
Birçok tanınmış dilbilimci bu bölgenin Hitit dönemi öncesi Luvi’lerin yaşam alanı olduğunu yazmıştır. Bu, bölgedeki eski yerleşim yerlerinin adlarındaki, Luvi dilindeki -s ile -nd eklerinin varlığından anlaşılmaktadır. Ama bazı kişi, yer, ilah adlarının diğer Küçük Asya dillerinden geldiği de bilinmektedir. Örneğin İskenderun Körfezi’ndeki bir prensin adı olan Tarxulara ile Melitene’li (Malatya’lı)Tarxunazi gibi. (Bkz. A.Erzen. S.35) Tarku ile Sandon adı da Kilikya kökenli dillerden kaynaklanan ve bölgedeki bir çok dile de geçtiği ileri sürülmektedir. Bu bilgilere ek olarak, Hititlilerin Mısırlılarla yapmış oldukları Kadeş savaşından sonra iyice zayıfladıkları, geri çekildikleri biliniyor. İşte bu dönemde, Fırat’ın batısı ile doğusunda (Güney-Doğu Anadolu) bir çok küçük krallıklar kuruldu. Bunlardan biri, başkenti Marqas (Maraş) olan Gurgum ile Sam’al (Zencirli), Kummuh (Kommagene), Gargamiş, Meliddu/Melitene (Malatya) gibi. (age.S.55)
Tahrip edilmeyen Ali Baba adlı ziyaret. Eylül2024 Foto.2
Kadim dönemlerin izleri olarak işaretleyeceğimiz, ZİYARET olarak anılan türbe, kabir, yatır, mezar, mabetler hakkında bazı bilgileri verdikten sonra, bu adların anlamlarını açıklamaya çalışalım: Arapça turâb/toprak sözcüğünden türetilmiş olan türbe, mezar anlamına gelmekte olup, ünlü kişiler için yapılan üstü çatı ile kapatılmış yere denilmektedir. Farsça türbe, Kürtçe tırb olarak söylenmektedir. Kabir, kabr kökünden gelen sözcüğün gömmek anlamını taşıdığı, etimoloji sözlüklerinde, Akadça ‘quburum’ sözcüğünden geldiği belirtilmektedir. Çukur, kubur, mezar karşılığı olarak da kullanılmaktadır. Yatır, 1945’lerde Türkçe sözlüğe giren bu sözcük yat/yatmak fiilinden yapıldığı söylenmektedir. Evliya ya da keramet sahibi kişilerin türbeleri için kullanılmaktadır. Bu kişilerin, insanların sorunlarını giderme imkânına sahip olduğu kabul edilir. Mezar, Arapça zwr kökünden oluşturulmuş, ölü gömülen yer için kullanılıyor (mazar). Ziyaret, görmeye veya görüşmeye gitme anlamları taşıyor. Mezar da ziyaret edilen yer anlamına geliyor.*
Bunların dışında, İslam coğrafyasında bazı varsıl kişilerin, -Peygamber tarafından yasaklanmasına karşın- mezarlarının yanı başına mabet veya mabedin içine mezar yaptırdıklarını görülmektedir. Mabet, ‚“abd“ kökünden gelir, kul, köle, hizmetkâr anlamındadır. Mabedi, kulluğun açıklandığı, duyurulduğu mekân olarak kabul etmek gerekir. Abdullah da (Abd Allah) Allahın kulu anlamındadır.
Söz konusu ettiğimiz, açıklamaya çalıştığımız, bu mekânlardaki mezarlarda gömülen kişilerin, doğaüstü güçlere sahip ermiş/eren diye nitelenen; aynı zamanda, keramet sahibi olduklarına inanılan kişiler olduğudur. İnsanların çok farklı ihtiyaçlarını, sorunlarını çözebildiklerine inanılan kişilerdir. Bu tip mekânlara ziyaretler için, genellikle cuma günleri yeğlenir.
Adı geçen mabetler, camiye, tekkeye dönüştürülmüş kiliseler, manastırlar hem kent; hem de kırsal alanlarda görülen ziyaret mekânlarıdır. Anadolu’da, yakın tarihlere kadar, azınlık diye adlandırdığımız cemaatlerin de uğradığı bu yerler, bugün hâlâ hem Müslümanlarca hem de Hıristiyanlarca ziyaret edilmektedir.** Fırat’ın doğu yakasında, Eğribük’ün karşısına düşen Abdulharap Ziyaretinin, geçmişinde Hristiyan manastırı olduğu söylenmektedir. Burası Arîmezın doruğunda görülen bir başka ziyaret noktasıdır.
Kutsal mekân olarak farklı inançtan insanların kutsal saydığı, ZİYARET diye anılan bu mekânları, Ön Asya –Akdeniz çevresi gruplarının yüz yıllardan beri süren ortak geleneğini, konumuz olan ZİYARETLER örneğinde, genel çizgileri ile görmeye çalışalım.
Arîmezın zirvesinde yer alan Alişkuran Ziyareti. Eylül 2024. Foto.3
Çok tanrılı dinler döneminde Ön Asya’daki Antik Yunan inancı, Kilikya bölgesi, Suriye‘nin Akdeniz sahilindeki Ugarit kültüründeki inancın kimi özelliklerine değinmek gerekir.
Ön Asya dinlerinde tanrıların mekânı yüksek yerlerdir. Saraylarını yüksek dağlara yaparlar. Ugarit dünyasının baş tanrısı El (İlu, yüksekteki, yüce anlamı taşımakta.) olup, bulundukları alanlar kuzey güney istikametinde Akdeniz sahiline paralel uzanan Amanoslardır. M.Ö. 1350’li yıllara tarihlenen tabletlerin verdiği bilgilerde, Dünya’nın sınırları, daha kuzeyde bulunan Toroslar silsilesidir. Semavi dinlerde de tanrılarla temas yüksek noktalarda gerçekleşmektedir. Baş tanrı El’in oğlu Bereket tanrısı Baal, yer altı dünyasının tanrısı Mot kavgaya tutuşur, öldürülür. Yeraltı dünyasına götürülen Baal’ın durumundan haberdar olan El tekrar yeryüzüne gelmesi için Güneş tanrısı Şamaş’a yeraltını aydınlatmasını söyler. Böylece tekrar yeryüzüne gelen Baal‘ın bu ölüm ile canlanma durumu doğanın canlanması ve ölümü ile eşleştirilir. Doğanın döngüsünün ifadesi olan bu durum sürekli tekrarla devamlılığı da sağlamaktadır. Canlanma baharda gerçekleşmekte, bereket sağlamakta, canlı dünyasının devamlılığını gerçekleştirmektedir. Doğa’nın ölümü ya da uykusu olarak adlandırılan dönem, yaz sonunda gerçekleşmektedir.
Yüksek yerlerde, yani tanrıların mekân tuttuğu yerdeki bereket tanrısı Baal’e bir tür minnettarlığını sunacak insanların periyodik olarak gittikleri yerleri ziyaret/ler olarak adlandırıyoruz.
Tanrıların yüksek noktaları mekân tutması ile ilgili Ön Asya’da kimi noktalara işaret etmek gerekir. Ugarit inancının kabul edildiği Anadolu’nun Kilikya’sı ve Yunan coğrafyasında bulunan birkaç yeri işaretlersek, Zeus’un mekânı Yunanistan’da Olimpos, Anadolu yakasında Kaz Dağları silsilesindeki İda tepesi, Malatya, Adıyaman sınırında Nemrut zirvesi Komegenelerde tanrısal kült noktalardır. Buralara tanrısal mekânlar demekte sakınca olmayacağını düşünüyorum. Coğrafi olarak da bulunduğu bölgeye hâkim, dört yöne doğru çok geniş, yani ufuk çizgisine kadar uzayan görüş alanına sahiptirler.
Habibi Neccar/Naccar’dan Arîmezın zirvesi sağ üstte ve ön tarafında Kasap Comart yaylası. Eylül 2024. Foto.4
Ziyaretler genellikle içinde mezar bulunan yer olarak bilinmektedir. Kadim kültürlerdeki kutsal mekânlarda mezar yoktur. Ugarit kültüründe yeraltı dünyasının tanrısı Mot, Antik Yunan inancında Hades’tir. Kadim inançlara göre ‘’Ölümün evi, Yeryüzünün ucundaki iki tepenin altında uzanır olarak tasvir edilmiştir. Özgürlük evi diye adlandırılır. Yunan Mitolojisi‘nde Kayıkçı Kharon, matemler ırmağı üzerinde, ölenlerin ruhlarını Yer altı Tanrısı (Ölüm Tanrısı) Hades‘e taşır. Bu ibareyi çağrıştıracak benzer bir ifade günümüzde hala kullanılmaktadır. ‘’İmamın kayığına binmek’’gibi. Avrupa dillerinde „Obulus ödemek“ denir. Yani „son yolculukta“ dilinin altına konulan metal para/metelik. Kısaca Obulus’un yoksa uzun süre bekleyeceksin, kayığa binemezsin anlamında. Bu durumda ziyaretler, ölenlerin gömüldüğü yerler değildir. Türbe, kabir gibi ziyaretlerden farklıdır.
Söz konusu ettiğimiz tanrısal mekân özelliği gösteren bir yer, Malatya’nın batısında, kuş uçuşu 50 km civarında Akçadağ, Doğanşehir ilçe sınırlarında bulunan, yöre insanlarınca Arîmezin olarak adlandırılan en yüksek dağdır. Bu zirvede bulunan ziyaret Alişkuran adıyla bilinir. Zirveye çıkıldığında, dört bir yöne doğru ufuk çizgisi görülebilir. Bu noktadan, çevrede bulunan, ziyaret olarak bilinen yerlerin tamamına yakınını görebilirsiniz.
Alan çalışması çerçevesinde gittiğimiz Arîmezın zirvesindeki ziyaretten, Malatya çevresinin en eski ve büyük yerleşim yeri olan Melitene- Aslantepe’yi, Fırat Nehri’ni, Sofene’yi (Elazığ/Baskil tarafları), Argavun’u (şimdiki adıyla Arguvan havalisi), Hekimhan ile batı tarafında Elbistan’ı (Ablastayn), Doğanşehir (Zapetra-Zubatra) ve Adıyaman (HısnıMansur) taraflarını görme olanağı vardır. Özellikle tespit ettiğimiz, yerinde görüp kayıt altına aldığımız ziyaretler, Arîmezın zirvesinin doğu, kuzey, batı yönündeki noktalarıdır. Arîmezın zirvesinde, Bey Dağlarının batısı ile Çelikhan’a doğru güney yamaçları görebilmekteyiz. Malatya Ovasının güney batısına doğru uzanan Arga (Luvi’ce olduğu ileri sürülmekte.)-Akçadağ düzlüğünde akan Sultan Suyunun kıyısında, Terzi Koca olarak adlandırılan bir ziyaret var ki, bu ziyaretin üstü örtülerek türbe haline getirilmiştir. Ne yazık ki bu ziyarette olduğu gibi, bir çoğunun üstü kapatılmış; ya da kapatılmadan ziyaret alanı içine mezar biçimi verilerek yapılmış, özgünlüğü bozulmuştur.
Terzi Koca’dan Keller ile Kajikli yerleşimlerindeki ziyaretler görülebilinir. Doğusunda alçak bir tepenin üstündeki Kasab Comert, ilerisinde Karadağın batı eteğinde Habibi Naccar’ı, kuzeyine düşen tarafta, Çarşağ’ın eteklerinde Mıhtara denilen, Kelan, Korsıleman, Kubatan’ın yayla alanındaki Ali Baba (Eski Malatya’nın güneyinde Ali Baba adlı bir başka ziyaret var.), Bıne Alancê ile Aygörmez tepesinin batısındaki Meçit’e yakın Kara Çurna’yı görürüz. Kuzey doğu tarafındaki Saracı Köyü Qarxan Köyü yolu üzerinde Pışti Gaze, Çexan Orta köyün üstü Kurri Gaze ziyaretleri görülebilir. Kara Çurna’dan Kol Köyündeki Haydar Dede’yi (Arîmezın zirvesine kuş uçuşu 20 km civarlarıdadır.), Şamişkan Köyündeki Hassıçi Çevşer ile Engüzek (Arîmezın Engüzek ziyaretleri arası 35-30 km’dir.) ziyaretlerini, Kara Çurna’nın batısına yöneldiğimizde Kirliyan’nda Pir Hüseyin ile Darıca Köyü tarafında bulunan Yelekçe tepesindeki ziyaret noktalarını görmek mümkündür. Yelekçe Tepesindeki ziyaret radyo vericisi için yapılan bina nedeniyle tahrip edilmiştir. Bu tepe Darende ve Elbistan havalisine hâkimdir.
Arîmezın zirvesinde, Çevirme Köyünün güneyindeki, Bakıran Köyü‘nün batısındaki ziyareti (Buralardan da Hacıyan ile Çay Mahallesi diye anılan yerdeki ziyaretleri görebiliriz), daha batıda Çoban Dede tepesi ile Elbistan taraflarını izleyebilmek mümkündür.
Yaklaşık elli km. çapındaki bir alanda bulunan önemli noktaları, ziyaretleri kısaca not ettik. Ziyaret adlarının da incelenmesi, yani işaret ettiği kişiler ile anlamları da dikkat çekicidir.
En yüksek noktada bulunan, çevre ziyaretlerinin merkezi durumunda olan Arîmezın, ‘arî’ ile ‘mezın‘ sözcüklerinden oluşmaktadır. Arî sözcüğü Kürtçe War (mekân)’dan gelmektedir, Mezin ise bakmak, temaşa etmeyi de içeriyor. Bu anlamları ile temaşa mekânı/Gözlem yeri gibi duran bir anlamı var. İkinci olarak mezın kelimesi ‘mazın’ olarak telaffuz edildiğinde ‘büyük mekân’ anlamı çıkar. Eğer ‘arî’ sözcüğünü yöre şivesinde ateş anlamına gelen ‘ar’ ile ilişkilendirirsek ‘büyük ateş’ anlamı karşımıza çıkar.
Burası, kadim inançlarda olduğu gibi bir tanrısal mekân. Diğer noktaların da merkezi durumunda. Zirvede, ziyaret denilen, girişi doğuya bakan, yöre sakinlerince bahar ile yaz sonu uğranılan, taşların yığılarak, orta yeri boş bırakılan dairesel şekilde yapılmış yerin adı izlemek, temaşa mekânı anlamında da kullanıldığını düşündürtüyor.
En yakın ziyaretlerden biri, doğu tarafına düşen Kasab Comart’tır. ‘Kasab’ şimdilerde Kürecik diye bilinen bölgede erkek adı olarak kullanılmaktadır. Bu isim İran Kermenşah bölgesi Kürtlerinin inancı olan Yaresan’lıktaki yedi melekten birinin adıdır. Ön Asya mitolojilerinde bereket tanrısı ile gök tanrılarının önemli yeri vardır. Zeus, Ugarit mitolojisinin Baal’i (bereket tanrısıdır), Hititlerin fırtına tanrısı Teşup, doğada yaşamın devamlılığını sağlamada önemli roller oynamaktadırlar. Bir melek olan Kasab, bereketle ilgili olsa gerek ki, Kasab Comert olarak anılmaktadır. Ziyaretin bulunduğu tepenin etekleri de Kasab yaylası olarak adlandırılmıştır.
Bir ilginç adlandırma da yörenin en eski yerleşen grubu olarak söylenen Kadıran Köyü‘nün üst yamacında yer alan Habibi Neccar/Naccar olarak anılan ziyarettir. Yakın zamanlarda, bir kulübe ile yanına mezar biçimi verilmiş betonla dikdörtgen bir prizma yapılmıştır. Çevresinde ardıç ağaçları yer almaktadır. Adı, Antakya’da Hristiyanlığın yayılmasına yani kabulüne yol açan ama şehrin hükümranlarınca öldürülmüş bir kişidir. Onun adına Antakya’da yapılmış kilise İslam güçlerinin eline geçmesiyle camiye dönüştürülmüştür. Bu isim aynı zamanda Peygamber İsa’ya hitaplardan biridir. Rivayetlere göre İsa Peygamber marangozdur yani naccardır. (Kimi rivayetlerde böyle söyleniyor ama İncil’de babası Yozef/Yusuf’un marangoz olduğu yazılıdır!)
Hangisinin adına olursa olsun, bu kişilerin oraya gelmeleri; ya da mezarlarının orda olması söz konusu olamaz. Habibi Neccar/Naccar miladi yılların başlarında yaşamış bir kişilik. Çok tanrıcılığın tanrısal mekânını ve tanrı doğa ilişkisini gösteren izler, miladi yılların bir kişiliği olan Habibi Neccar/Naccar, sonraki tarihlere ait Yaresan inancındaki Kasab adına dikkat edilmesi gerekir. İslam hâkimiyetinin kuzey bölgelere doğru yayılmasıyla İslam dünyasının önemli şahsiyetlerinin de izlerine rastlamaktayız. Fırat ile Tohma’nın birleştiği noktada Hasan Basri (Korucuk Köyü baraj suları altında kalmıştır.) , Fırat boyunda Zeynel Abidin gibi onlarca yer sayabiliriz.
İnançların hâkimiyetlerine bağlı olarak, kült noktaları, hâkim inancın öğeleri dâhil edilerek varlıklarını devam ettirmişlerdir. Bunun en yakın örneği, İzollu tarafındaki Venk Köyünde (Vank: Erm. Büyük manastır demek.) bulunan kilisenin Hıristiyanlar ile Müslümanlarca ziyaret edilmesidir. Şimdilerde, ayakta kalan Şapel‘i (küçük ibadet odası) daha çok Müslümanlar tarafından ziyaret edilmektedir.
Bütün bu kült alanlara ilişkin akademi dünyasının çalışmaları çok sınırlı durumdadır. Çok az sayıda yapılmış çalışmalar, İpek Yolu diye anılan güzergâh üzerindeki yerler ile sınırlı sayıdaki bazı noktalara ilişkindir.
Levent Köyü yakınlarında bir kayaya işlenmiş MÖ. 8.yüzyıla ait minber formu içindeki Hitit tanrıça silüeti ile Romalılar döneminin kaya yerleşmeleri sadece definecilerin ziyâretgâhı olarak beklemektedir!
Kara Çurna Ziyareti. Eylül 2024. Foto 5
Çirliyan’daki Pir Hüseyin denilen ziyâret (Amukan Köyünden birinin verdiği bilgiye göre) türbe haline getirilmiştir. Duvarların yapımında, çevrede bulunan eski yıkılmış tarihi bir yapıdan getirilmiş işlenmiş taşlar kullanılmış. Aynı zamanda kimi duvar taşlarının üstünde Yunan Alfabesi‘yle yazılmış yazılar var.
Pir Hüseyin ziyareti duvarında Yunan alfabesi ile yazılı taş… Eylül 2024.Foto.5
Sıraladığımız bölge ziyaretlerimizin birçoğunda ağaçlar bulunmaktadır. Ağaçlar da kutsal sayılmakta, kuruyup çürümelerine karşın dokunulmamaktadır. Kadim kültürlerde ağaç, Ön Asya inançlarındaki tanrıçalar olan Aşare, Aştarte, Artemis’i sembolize etmektedir. Tanrıçalar bereketin, bolluğun da simgeleridir. Bunlar ardıç, meşe, çınar, alıç olabilmektedir.
Başkenti Tebriz olan Karakoyunlu Devleti (1380-1469) toprakları, bugünkü Doğu Anadolu, Güney Kafkasya, Azerbaycan ile kuzey Irak’ı kapsıyordu. Abdulkadir İnan, „Tarihte ve bugün Şamanizm“ adlı eserinde, ‘’İşte bu Karakoyunlulardan kalan Maku Hanlığı’ndaki 26 köyden ibaret bu Karakoyunlular“ın Sofu Köyü’nün çevresinde mukaddes bir orman vardır. Bu ormandaki ağaçlara dokunmak kesinlikle yasaktır. İlkbahar gelince kadınlar bu ağaçlara çiçekler bağlarlar.“ diyor(Age. S.62). Aynı eserde, Kuzey Kafkasya halklarının Meşe ağaçlarını kutsal saydıklarından da söz ediyor. Mukaddes dağlar ile onların ruhları adına büyük törenler yapılırmış. Bu geleneklerin de Fırat’ın doğusu ile batısına yerleşen Türkmenlerde de görülmektedir. Böyle bir meşe koruluğu Korsıleman Köyünün batısında da var. Bu ağaçları kesmeye ya da budamaya kimse yeltenmemiştir. Bölgede meşe ağaçları budanıp yaprakları kurutularak yem olarak kullanılmakla beraber bu ağaçlar hiçbir şekilde ne budanmış ne de kesilmiştir.
Çaput bağlanan diye nitelenip cehaletle eş anlamlı gösterilmesi, ziyaretlerin böyle anılması ziyaretlere ilişkin ritüellerin terk edilmesine ve toplumsal hafızada da unutulmalara yol açmıştır.
Bu tarz değerlendirmeler, basit, sığ gerekçelerle yapılıp, çağdaşlaşma eğilimlerine aykırılığı ileri sürülerek, inanç düzeyinde yeni değerler çerçevesinde kültürel boşluk doldurulmadığı için, bölgenin yerleşik öbekleri kültürel erozyona uğratılmıştır.
Çaput bağlanan diye anılan ağaçlardan biri Alıç Ağacı‘dır. Hitit dünyasında mabet ağacı olarak dokunulmaz olan alıç, bu nedenle kült özelliği taşır. Türkiye’de geçmişin kült ağacına ilişkin geleneği zayıflamış da olsa sürdüren biricik topluluk, ziyaretlerini anlattığımız Kürecik bölgesi ile çevresindeki yerleşim alanlarında yaşayan gruplardır.
Kadim dünyanın inançlarında taşın da bereketle ilgili önemli bir yeri vardır. İnsanlar tanrılarından, kendileri için taş dikecek oğul isterler. Bugün de Anadolu’da ‘’mezar kaldırma ‘’ diye bir tabir vardır. Ölen kişinin mezarının yapılması; yani taş kullanılarak yapılması, Soyunun devamı anlamında olsa gerektir. Mezar, ziyaret edilen yer olma özelliğini korurken, mezar ziyaretleri de bir tür ritüel olup kültürün devamlılığını sağlamaktadır.
Yüksek noktalarda yer alan ziyaretler dairesel biçimde taş yığılarak oluşturulmuş, iç kısmı boş bırakılan, güneşin doğuşunda ilk ışıkların vurduğu noktada giriş yeri olan üstü açık bir mekândır. Daireyi oluşturan taşlar, duvar örgüsü biçiminde değil, yığma olarak yapılmakta, ziyarete gelenler, ya da yolu oradan geçenler, yığılmada bir eksiklik ya da yıkılma var ise çevredeki taşlarla bu durumu gidermeye çalışır. Ritüelin bir parçası da girişte bulunan üstü düz bir taşa gösterilecek saygı ile sunumdur. Yörenin deyimi ile bu taşa niyaz olunur, sonra içeri geçilir.
Ziyarete, bahar aylarında yani iş-güç başlamadan grup halinde gidilir. Gidişte kurban sunusu için hayvan götürülür, kesim yapılır, yemek yapılıp yenir. İkinci gidiş, yaz sonu, iş-güç bittiği zaman gerçekleşir. Aynı ritüeller uygulanır. Ziyaretler, sadece Alevi ya da sadece Sünni grubun gittiği yerler değildir. Her iki inanç grubunun gittiği mekânlardır. Kadim dönemlerde, bu günkü Antakya sınırına yakın, aynı adı taşıyan Ugarit şehir devleti ile toplumunun inancında, baş tanrı El’in oğlu bereket tanrısı Baal, cansızların, ölümün tanrısı Mot ile savaşır, ölür. Baal’ın parçalara ayrılmış cesedi bulunur, toprağa gömülür. Baal yok olunca, yeryüzü, ekim alanları kurur. Baal’i rüyasında gören El, onun yeraltından getirilmesi için güneş tanrısı Samaş’a yeraltını aydınlatmasını, Baal‘ın geri gelişini sağlamasını ister. Böylece Baal yeryüzüne gelir. Böylece, mitolojide anlatılan, Mot ile Baal arasındaki savaşlar nedeniyle, mevsimler değişmeye devam eder. İnsanlar bereket tanrısına minnettarlıklarını, ondan isteklerini, mevsimlere göre sürdürürler.
Elbette bereket tanrısı, yağmurları yağdıran, doğayı canlandıran, yani göksel olayları gerçekleştirendir. Oturduğu yer kuzeyin yüksek noktalarıdır. Bu ölüm ile tekrar canlanma, yukarıda anlattığımız ziyaretlerde, adeta sembolik olarak sergilenir. Bu ritüellerde, hem yeryüzü hükümranlığı; hem de yeraltı dünyası sembolize edilir. Güneşin ilk ışıklarının ziyaretin girişine vurması, yer altınının aydınlatmasını sembolize eder. Tanrısal mekân diye nitelediğimiz alan, inancın tanrılarının bir tür hükümranlık alanıdır.
Dinler tarihi ile mitolojilerdeki anlatımlara göre; ‘’Ugarit tanrısı El’in Gök (Baal), Deniz (Yam), ve Yeraltı’na (Mot) hükmeden üç oğlunun olması gibi, … Kronos’un üç oğlu (Zeus, Poseidon, Hades) aynı temel krallıkları paylaşır.’’*** Çok tanrıcı dönemin tanrıları ile onlara ilişkin yapılan ritüeller, semavi dinlerin tanrıyı ‘’mekânlardan münezzeh’’ tutması ile terk edilmesine karşın, dağ üzerinden tanrılarla bağını sürdüğünü, Tur, Hıra dağlarının ziyaret edilmesi örneğinde açıkça görebiliriz. Tur’da Musa On Emri almış, Hira’da Muhammed, Cebrail’den ilk ayeti duymuş, Arafat’ta ise İbrahim Cebrail ile görüşmüş! Müslümanlar, Hac ziyaretinde Arafat’a gider, orada „Lebbeyk Allahumme“ derler. Anlamı: Çağrına uydum/huzurundayım demektir. Çok tanrıcılığın tek tanrıcılığa evrilmesiyle, çok tanrıcılığın tanrı ve evren ilişkisine dair temel kabuller, sufî inançlar aracılığıyla günümüze kadar aktarılarak gelmiştir.
Semavi dinler, ‘’mekânlardan münezzeh’’ tanrı anlayışının esasları ile otoritelerini kurumsallaştırarak devam ettirirken, sufî gruplar da kozmogonik – eskatolojik (İlahiyatta eshatology: Dünyanın sonu, kıyamet üzerine düşünceler) anlamda çok tanrıcılığın anlayışını devam ettirmiştir. Batı Fırat yerleşiklerinin önemli bir kesimi sufî gelenekleri takip eden cemaatlerdir.
Yukarıda değindiğimiz gibi, ziyaretlere sadece ‘’Alevi’’ gruplar değil Sünni gruplar da gitmektedirler. Alevi inanç geleneği, semavi dinlerin etkisine maruz kalmakla beraber, özgünlüklerini koruyabilmiş, kadim dönemin kült alanlarını, ritüellerini günümüze kadar taşımışlardır.
Kültürel hafızayı canlandırmak için ziyaretler kadar ağıtlar da önemlidir. Kültürün devamlılığını, aktarımını sağlayan öğeler olarak görülmeli ayrıca bilimsel bir tarzla ele alınmalıdır.
İrfan Karaoğlan
*. Söz konusu kavramların anlamları etimoloji sözlükleri esas alınarak açıklamalar yazılmıştır.
**.F.W. Hasluck
***. Carolina Lopez-Ruiz. Tanrılar Doğduklarında.
.Eski Yakındoğu’da Mit ve Drama. T.H.Gaster
