Çar Anâsir‘da bir düş ve Sanat gezgini: Ozan Şêxo

İlk inanç ve kültür kaynaklarından itibaren Alevilik, hep şiir ve müzikle bezenerek ve donanarak bugünlere geldi.
İlk görsel anlatım araçlarından kaya resimleriyle, yazılı literatürün mucidi Sümer uygarlığı ve bunun güçlü devamcılarından Hitit uygarlığında; Alevilikteki pir ve zakirlerin ataları olan din adamlarının, Tenbur’un atası çalgılarla “erkek” tanrılar ve “kadın” tanrıçalara ilahiler okuduklarına tanık oluyoruz.
Bunların varisi olan Mezopotamya din ve inançlarında da, adı-sanı belli çok sayıda dini önderlikli şairlerle karşılaşıyoruz. Bugün halen “Yaresanlık” olarak yaşayan günümüz Aleviliğinin asıl mimarları, adeta kutsal kişiliğe sahip “Baba/ Babê” veya “Dayê/ Xatun” unvanlı bu “sanatçı” önderlerdir.
Geçmişi MÖ. 4.yüzyıla kadar uzanan ve semavi dinlerin baskı ve yasaklarıyla uzun bir suskunluktan sonra MS. 7.yüzyıldan başlayarak bir patlama yaşayan bu Yaresan Kürt Edebiyatı; sonraki dini ve dindışı Kürt edebiyatının da temelini oluşturmaktadır.
Gerek dini baskı ve yasaklar, gerekse İttihad ve Cumhuriyet dönemlerindeki etno-dinsel baskı ve yasak politikaları olmasa, şiirle düşünüp şiirle söyleşmeyi bir gelenek haline getiren Kürt topluluklarında kimbilir ne kadar güçlü bir edebiyat yaratılmış olacaktı…
1925’te gizlice hazırlanıp uygulamaya konan Şark Islahat Planı, Kürt ve Alevi edebiyatını yasaklarken; özellikle Fırat’ın batısında göreceli olarak dağınık biçimde yaşayan Kızılbaş Kürtler’in öncelikle asimilasyona tabi tutulmasını öngörüyordu. Bu nedenle, onlarca yıl Kürt ve Alevi edebiyatı ile müziği resmen yasaklanıp bastırıldığı gibi; 1960’tan sonra sosyalist akımlarla yeniden gün yüzüne çıkmaya başlayan ve adları halk sanatçısı, halk şairi, ozanı veya aşığı olan bu edebiyat ve sanat adamları, Türkçe yazmaya ve söylemeye özendiriliyorlardı. Anadilde söylemeleri yasaklı olan ve anadilde eğitim yasağı dolayısıyla, dillerini yazmayı da bilmeyen bu halk sanatçıları, neredeyse tümüyle “Türkçe sözlü Kürt halk müziği”ne yöneliyorlardı.
‘Maraş Kürtçesi’ serüveni…
Ancak, gerek 1960-70’li yıllarda yeni-yeni ortaya çıkan Kürt kimlikli siyasi akımlar, gerekse diasporadaki Kürt aydınları buluşması, bu sanat insanlarında “Kürdî” bir yöneliş sağlıyordu.
Fakat bu defa da, bildiğini “tek-doğru” olarak gören, yalınkat düşünceli sözde Kürt aydınlarının sansürü ortalarda kol gezmeye başlamıştı. Gerçekte, hiçbiri dil ve kültür adamı olmayan bu “sığ” şahsiyetler, mahalli ağız ve şive farklılıklarını küçümseyerek, sanatçıları yöresel kültür değerlerinden soyutlamaya ve tek-tipleştirmeye çalışıyorlardı…
Sorgulamaktan uzak, yarım-yamalak bilgiye dayalı bu yaklaşım, insanları mahalli dillerini konuşmaktan utandırır duruma getiriyordu… Bu ise, tam da Kemalist rejiminin gizli genelgeleriyle gerçekleştirmek istediği şeydi…
Başka halklar, en küçük söz, söyleyiş ve kültür birikimlerini derleyip bilince çıkarmaya çalışırken; böylesi sansürcüler yüzünden Kürtler, bu alanda da ne yazık ki geride kalıyorlardı. Bu çarpık tutumdan en çok payını alan bölge ise, en büyük Alevi-Kürt yerleşim havzalarından biri olan Maraş merkezli İçtoroslar oluyordu… Bu ise, aslında bir kültür ırmağını doğal yatağından saptırmak ve ulusal kültür hazinesini zaafa uğratmaktı…
Aşık Dertli’den Ozan Şêxo’ya…
İşte, tüm iyi niyetiyle Ozan Şêxo da, bu süreçten kendine düşen payı almıştı. Gerek klasik Kürt müziğinden, gerek Almanca olarak gerekse ünlü Kürt şairi Cegerxwîn’den edebi Kürtçe ile yaptığı besteler; müzik kültürüne anlamlı katkılar olmakla birlikte, onun doğal yatağında akmadığı ortadaydı.
Bu nedenle, Avrupa’daki buluşmamızda, egemen müzik ve dil anlayışından uzaklaşarak, büyük bir müzik ve edebiyat hazinesine sahip olan İçtoroslar Kızılbaş Kürt kültürüne yönelmesini fırsat düştükçe kendisine telkin ediyordum. Çünkü kendisi zaten bu müzik kültüründen, başka bir deyişle Aşıklık geleneğinden gelmiş ve “Dertli” mahlasıyla Türkçe ve Kürtçe şiirler yazıp bestelemiş bir müzik adamıydı.
Bu gelenekten geldiği için, kendisinin de zorlanmadan kabullendiği bu yöneliş, karşımıza üç önemli albüm çıkardı: Dengê Axê, Dengê Avê, Dengê Agir… Gelecekte çıkaracağı, “Dört Element”in dördüncü ayağını oluşturan “Dengê Hewa veya Dengê Nefes” ile yolculuğun bu konağını tamamlamış olacak.
‘Çar Anâsır’ veya ‘Anâsır-ı Erbaa’
Anadolu ve Mezopotamya’nın kadim filozofları, evreni ve insanı oluşturan dört ana elementi, eski deyimle “Çar Anâsır” veya “Anâsır-ı Erbaa”yı şöyle sıralıyorlardı: Thales, “bütün varlıkların temel ilkesi şudur” demişti. Anaksimenes, “soluk/ hava bütün varlıkların özüdür, bütün varlıklar soluktan/ havadan türemiştir” diyerek, “soluğu/ havayı” temel ilke saymıştı. Yine Anadolu filozoflarından Herakleitos,”ateş temel ilkedir, bütün varlık türleri onun değişmesi sonucu ortaya çıkmıştır” demiş; onlardan sonra gelen ve onları izleyen Sicilyalı Empedokles ise, bu üç ana ilkeye “toprak”ı katarak, varlığın manevi temeli “sevgi”yle bütünleştirip, Farsça ve Kürtçe’de “Çar Anâsır”, Arapça’da “Anâsır-ı Erbaa” olarak adlandırılan dört ilkenin kaynağını ortaya koyuyordu.
- Yüzyılın yine Anadolu’lu filozof- şairlerinden Yunus Emre ise, kendinden önce gelen bu filozofların betimlediği dört ana oluşum elementini şu dörtlükle şiirleştiriyordu: Padişahlar padişahı ol gani/Emrile veribidi canı/Od u su vü toprağı, yeli bile/Anın ile bünyad eyledi teni.
İşte, Ozan Şêxo, sürekli bir devinim ve dönüşümle yaşama anlam veren bu dört temel elemente, Aleviliğin özünü oluşturan “sevgi” mayasını katarak, düşsel bir yolculuğa çıkarıyor bizi. Tümüyle yaşamın gerçeğinden alınıp, düş gücüyle zenginleştirilen bu eserler, inanıyorum ki mahalli müzik kültüründe yeni bir açılım olduğu kadar, insanlık kültürüne de anlamlı bir katkı sunacaktır…
Mehmet Bayrak
